Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SOYKIRIM İFTİRASI ÜZERİNE (4)

Bağımsız bir Ermenistan devleti peşinde koşan Ermeni komitacılar bu amaçlarına, Padişah Abdülhamid’i bir suikastla ortadan kaldırıp, ülkeyi bir karışıklığa sürükleyerek ulaşabileceklerine inanmaktaydılar. 21 Temmuz 1905 tarihinde, Yıldız Camisinin avlusunda patlattıkları bombayla 26 suçsuz insan parçalanarak hayatlarını kaybeder. Ermeni terör çeteleri bir yandan tedhiş eylemlerini sürdürürken; diğer yandan, kendilerini dünyaya ‘mağdur’ olarak tanıtmayı da ihmal etmezler ve bunda oldukça başarılı olurlar.
Ermenilerin bu propagandalarından etkilenerek, Türkiye’de Ermenilere yapıldığı iddia edilen zulmü yerinde görmek için gelen bir Amerikan heyeti, Türkiye’de gördüklerinden şaşkına döner. Abdülhamid’in Özel Kalem Müdürü Tahsin Paşa’nın naklettiğine göre, ‘Sultan Abdülhamid bu heyete, Şurayı Devlet’ten bir zatı ve bir Hünkâr yaverini mihmandar tayin eder; hep birlikte camileri, kiliseleri, mektepleri ve adliye dairesini gezerler. Kiliselerde halkın serbest ibadet etmelerine, adliyedeki muhakeme usullerine hayret ederler. Bilhassa adliyedeki bir cinayet davasında, dinleyicilere mahsus yerden mahkemeyi dinlerken, hayretleri büsbütün artar. En çok dikkate şayan buldukları şey mahkeme heyetinde bir Ermeni ve bir Hıristiyan’ın hâkim olarak görevli olmasıdır. Kendileri, Türklerin Ermenileri kesmekte oldukları hakkındaki şayia üzerine tahkikat yapmaya gelmişken, en büyük mahkemenin üyeliğinde bir Ermeni’nin bulunması akla sığar şey değildir. İlk önce buna inanmak istemezler fakat mahkeme bittikten sonra, hâkim heyetinin odasında yaptıkları görüşmeden sonra hakikati anlarlar ve Amerikan halkını bu konuda yanlış yöne sevk eden Ermeni propagandalarına fena halde kızarlar (Tahsin Paşa, “Yıldız Hatıraları”, s. 237).
Hâlbuki, Ermeniler, Türklerin yönetimde hep mutlu yaşadılar. Ermeni tarihçi Urfalı Mateos, Selçuk Sultanı Melikşah’tan şöyle bahseder: “Sultanın yüreği, Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O, geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözüyle bakıyordu.” Bizans ve Haçlılar için ağır yergilerde bulunan Ermeni tarihçiler Türk hükümdarlarını hep övgüyle anmışlardır. Bizans döneminde Ermenilerin İstanbul’a girmeleri yasaktı. Bu yasağı Fatih kaldırmış ve İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi de onun zamanında kurulmuştur!
İngiltere’nin Trabzon Başkonsolosu Palgrave, 1868’de İngiltere’ye gönderdiği bir raporda şu tespitleri yapmaktadır: “Müslüman tebaanın derdini anlatacağı hiç kimse yoktu. Buna karşılık Hıristiyanlar, imparatorluğun her tarafına yayılmış bütün yabancı konsolosluklara, ajanslıklara, kimi de İstanbul’daki elçiliklere başvurup haklarını arayabiliyorlar. Hıristiyanların dertleri can kulağıyla dinleniyor, eğer bir şikâyetleri yoksa onlar adına hayalî şikâyetler uyduruluyor. Bunun kahredici sonucu olarak her alanda Müslümanlara baskı yapılıyor. Çünkü Müslümanların feryadına kulak asan yok” (Prof. Nadim Macit, “İmparatorluk Politikalarında Teo-Stratejiler ve Türkiye”, s. 166)!
Tahsin Paşa’nın belirttiğine göre, Sultan Adülhamid, Ermenilerin Batı kamuoyunu kazanmak için yaptıkları propagandaya karşılık olarak, İstanbul’da bir Ermeni kilisesinde ele geçen silâhları, Londra merkezinde teşhir ettirip, İngiliz kamuoyunu etkileyerek Ermeni propagandasını kırmaya çalışır. Sultan Abdülhamid’in, dış basında çıkan Türkiye hakkındaki haberleri yakından takip ettiğini; Türkiye düşmanı yazılar yazan gazetecileri, hediyeler vererek kazanmaya çalıştığını da belirtelim!
O günün yetersiz imkânlarına rağmen, Batı kamuoyunu kazanmak için gösterilen şu gayretlere bakın; bir de, günümüzde sahip olunan imkânlara rağmen; Ermeni Soykırımı iftiraları karşısındaki devletimizin şu acziyetine bakın!
Ne yazık ki, bugün ülkemizde, Sivil Toplum Kuruluşu görüntüsü altındaki ajanlık faaliyetleri ve Türklüğü tahkir eden faaliyetler özgürce sürdürülmekte ve devletimiz bunları seyretmekle yetinmektedir!
Fakat bu millet sahipsiz değil; bu ülkenin, en küçük bir devlet desteği bile görmeden, milletimizin hukukunu savunan ve milletimizi aydınlatmak için mücadele eden aydınları da var. Bugün hayatta olmayan Prof. Niyazi Berkes, bu çilekeş aydınlarımızdan biridir. Hatıralarında, 1930’lu yılların sonlarında, Amerika’da doktorasını yaparken, bizzat yaşadığı iki olaya da yer vermiş. Berkes’in, “Unutulan Yıllar” isimli kitabında yayınlanan bu hatıraları, milletimizin Soykırımı iftiraları ve ‘azınlıklara büyük haksızlıklar yapıldığı’ iddialarıyla müthiş bir psikolojik harbe maruz kaldığı bugünlerde, bu iddiaların ne kadar temelsiz olduğunu ortaya koyması bakımından oldukça önemli.
Amerikalı dostları Berkes’i, akşam yemeğine davet ederler. Davetlilerden biri, yemeğe bir Ermeni arkadaşını da getirir. Fakat bir Türk’le bir Ermeni’nin aynı mekânda bulunacak olmaları diğer misafirleri endişelendirmiştir.
Gerisini Berkes’ten dinleyelim: “Ben vaktinden önce gelmiştim. Az sonra Ermeni genç de geldi. Tanıştırılırken ‘Niyazi’ adını da katınca, gelen genç, Türk olduğumu anladı ve özür dilemeye bile gerek görmeden İngilizce yerine Türkçe konuşmaya başladı. Ned; hele Nancy (ev sahipleri karı-koca) hiçbir şey anlamadıklarından korku içinde bakıyorlar! Ne yazık ki, gencin adını hatırlamıyorum. Bana ‘Arkadaş, diye başladı. Bakın; karşılaşmamızdan nasıl korktular. Birbirimizi bıçaklayacağımızı sanıyorlar. Onlar bizi vahşi insanlar sanıyorlar ama ben sizinle açık konuşacağım. Aramızda çok olaylar oldu. Ben bunların hepsini inceledim. Evet, Ermeni’yim, ama Türk düşmanı değilim; bana lütfen inanın. Türk tarihinde Ermeniler paşalar gibi yaşadılar. Yabancı devletler bizi birbirimize düşman ettiler. Ev sahiplerimiz bilmez bu gerçekleri. Hele bugün, Atatürk’ün getirdiği lâiklik rejiminde şuymuşsun, buymuşsun diye bir fark kalmadı insanlar arasında. Bunlar bunu anlayabilmiş değiller’ diyerek üstüme yürüdü, kucaklayarak yüzümü, elimi öpmeye başladı. Nancy’nin yüzü görülecek gibiydi şaşkınlıktan. Ermeni genç ona dönerek, ‘Siz anlamazsınız böyle şeyleri. Keyif içinde yaşar, milletleri birbirine düşman edersiniz’ dedi” (age. s. 135)!
Prof. Niyazi Berkes’in bir Rum ailesi ile de ilginç bir hâtırası var. Yunan asıllı bir Amerikalı, Türk olduğunu öğrenince, anne ve babasının Türkiye özlemlerinden, bir Türk’le tanışmak arzusundan söz ederek ısrarla Berkes’i evlerine davet eder. Kararlaştırdıkları bir gece Berkes bu eve gider ve yaşadıklarını şöyle anlatır: “Kaldıkları apartmanın bütün ışıkları bir şenlik varmış gibi yakılmıştı. Oğlanın annesi İstanbullu bir bayandı. Üstüme sarıldı, beni öptü. Yaşlı kollarından zor kurtuldum. Kocası da Edirneli bir Rum’muş.”
Atatürk’ün ölümü üzerine İstanbul’daki Rum metropolitten aldıkları bir mektubu Berkes’e okumuşlar. Metropolit mektubun bir yerinde Türkçe olarak Ata’nın cenaze günü “Dağ taş ağladı” diye yazmış. Berkes şöyle devam eder: “Anne-babanın oğlu ile kızları bizi seyrediyorlardı. Savaşan iki milleti böyle birbirine yaklaştırıp ağlatan adamı onlar da anlamaya çalışıyorlar, dikkatle bize bakıyorlardı. Ana-baba Meşrutiyet’in ilânından az sonra evlenmişler, Amerika’ya göç etmişler. Fakat anneleri Amerika’ya hiç alışamamış.” Anne, Berkes’ten Türkiye’yi çocuklarına anlatmasını şu sözlerle ister: “Anlat beyefendi bu hayvanlara memleketimizi. Anlamıyorlar. Bu ülkenin insanları gibi onlar da hayvanlaşmışlar. Kaç yıldır bu hayvanlar ülkesinde nasıl yaşayabiliyorum, sormayın. Gittiğiniz yerde size bir fincan kahve bile vermezler.”
Berkes, “O gece içmediğim kahve, limonata, yemediğim lokum, kurabiye kalmadı” der. Çocukları biraz memnun etmek için “Amerika gibi dünyanın en medenî ülkesinde oturuyorsunuz. Ben onlara Türkiye’nin neresini anlatayım?” diyecek olur Rum bayan büsbütün kendinden geçerek şunları söyler: “Ne medeniyeti bey, bunlarınki medeniyet değil, hayvanlık. Para, para, para! İş, iş, iş! Bütün bildikleri insanlık budur. Bizdeki insanlık bunlarda ne gezer. Çıkarcılıktır tek düşünceleri. Sevgi, saygı diye bir şey gelmemiş bunlara” (“Unutulan Yıllar”, s. 133).
Ne yazık ki, devletimizin, bu konularda milletimizi aydınlatacak bir millî siyaseti olmadığı gibi; gerçekleri aydınlatma çabalarına da destek değil; köstek olunmaktadır!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678