Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SORUN KÜRT SORUNU DEĞİL! (5)

Batılı ‘dostlarımız’, Afganistan’ı, Irak’ı,  Libya’yı ve Suriye’yi demokratikleştirdikleri gibi, bizi de demokratikleştirmeyi kafalarına koymuşlar!  İşte bu ‘kutsal’ amaçla, önümüze Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı koydular! Bunu uygularsak; ülkeye barış gelecek miş! Kürt vatandaşlarımız özgürlük ve refah içinde yüzecekler miş!

Ne yazık ki, bunu yiyen ahmaklar hâlâ var!
Avrupa Konseyi’nin bu Özerklik Şartı’nı Türkiye 1988 yılında imzaladı. 1991 yılında da 3723 sayılı yasa ile TBMM tarafından onaylanması  uygun görüldü; 1992’de de bazı hükümlerine çekince konularak onaylandı.
Çekince konulan maddeler şunlar:
Merkezî İdare Yerel Yönetimleri ilgilendiren tüm konularda  plânlama ve karara bağlama sürecinde yerel yönetimlere danışacaktır.
Yerel Yönetimler, örgütsel yapılarını kendileri belirleyecektir.
Merkezî İdare tarafından yerel yönetimlerin denetlenmesinde gözetilecek ölçüt, korunmak istenen yararla orantılı olacaktır.
Malî kaynakların kullanımında yerel yönetimler kendi politikalarını uygulama konusunda özerk olacaktır.
Şimdi bize bu çekincelerin de kaldırılması için baskı yapılıyor. AKP, kamuoyu tepkisinden çekindiği için, zamana yayarak bunu gerçekleştirmek istiyor! Ve Açılımın sürmesini savunan ‘Yeni CHP’ de ‘Demokrasimizin Güçlenmesi İçin’ bu çekinceleri kaldıracağını açıklıyor! Evet! Her şey demokrasimizin güçlenmesi için!
Gözlere öyle bir demokrasi perdesi çekilmiş ki, Batılı ‘dostların’, sözde demokratikleşmemiz için önümüze koydukları ‘Demokrasi Paketlerinin’ ülkede nasıl bir kaosa sebep olacağını; ‘Yerel Hükümetçiklere’ doğru bir gidişin amaçlandığını göremiyorlar!
AKP iktidarı yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için, bilindiği gibi valilerin, kaymakamların yetkilerini tırpanlayarak, Büyük Şehir ve Bütün Şehir gibi uygulamaları başlattı. Bu uygulamalardan sonra, Doğu ve Güneydoğu’dan Kürt vatandaşlarımızın yakınmaları başladı! Vatandaş keyfî yönetim uygulamalarından şikâyetçi! Karşılarında, haklarını arayacakları bir Merkezî Yönetim kalmadığı için, Yerel Yönetimlerin yetkilerinin arttırılması Yerel Diktatörlüklere sebep oluyor!
Batı’nın himayesindeki Kürtçülük hareketi, Kürt vatandaşlarımızın devlet baskısı altında yaşadığını, onları bu baskıdan kurtarmak için özgürlük ve insan hakları mücadelesi verdiklerini iddia etmektedir! Ne yazık ki, Öcalan’ın yakalanmasıyla bitme noktasına gelen terör örgütü, AKP iktidarının Açım Siyaseti sebebiyle gücüne güç katmıştır. Şu çelişkiye bakınız ki, sözde demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren bölücü örgütün etkinlik kurduğu bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız, örgütün; ‘Faşist, Sömürgeci’ diye suçladığı devletimizin hâkimiyetinde, barış ve huzur içinde yaşadıkları yılları özlüyorlar!
PKK terör örgütü, bölgede yaşayan, -bırakınız Türk kökenli veya başka kökenden vatandaşlarımızı-, kendilerine muhalif olan Kürt vatandaşlarımıza bile hayat hakkı tanımıyor!
Merkezî İdarenin yetkilerinin kısıtlanmasını, valilerin seçimle gelmesini savunan, ‘demokrasiyi sandığa eşitleyen’ GDO’lu aydınlarımız ise, hâlâ daha, halkın yöneticileri seçmesi ile demokratik bir yönetime kavuşacağımızı zannediyorlar! Hâlbuki, özellikle, feodal ilişkilerin hâkim olduğu ve vatandaşlarımızın PKK baskısı altında yaşamak zorunda bırakıldıkları Güneydoğu’da, “Halk özgür iradesi ile bir seçim yapabiliyor mu?” diye sormak gerekmez mi?
Ne yazık ki, II. Dünya Harbi’ni takiben Batı İttifakı içinde yer almak suretiyle, millî bir siyaset uygulama yeteneğimizi büyük ölçüde kaybettiğimiz için, doğru tespitler yapamıyor; doğru kararlar alamıyoruz. Yaşadığımız ekonomik krizlerin de, PKK terörünün de arkasında Batı ile kurulan vesayet ilişkileri var.
 “Bütün kabahat Batılılarda mı? Bizim kabahatimiz yok mu?”  diyenlere cevabımız uzundur. Fakat özet olarak şunu söyleyebiliriz ki, Batı, menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapıyor. Biz, Tanzimat’la birlikte başlayan bir aydın savrulması yaşıyoruz. Batı hayranı olan aydınlarımız, Batı’nın emperyalist yüzünü hiç tanımadıkları, Batı’yı  ‘Uygarlığın Zirvesi’ ve yaptıkları her şeyin de, insanlığın yararına olduğunu zannettikleri için, emperyalizmin dünyada ve ülkemizde sebep oldukları felâketleri bir türlü göremiyorlar. Evet, Batı kapitalizmi kendi halklarına bir refah yaşatıyor fakat bunun arkasında mazlûm milletlerin en vahşi yöntemlerle sömürülmesi yok mu? Bugün Batı’nın en büyük gücü, sömürdüğü ülkelerin zihin kontrolü altındaki Batı hayranı aydınlarıdır. Batı’nın sömürüsüne karşı ayağa kalktığınızda, ‘Türkiye’yi Batı’dan koparmak mı istiyorsunuz?’ diye önce bu ‘Hasta Ruhlar’ karşınıza çıkar! Hazindir fakat gerçek budur.
Türk aydınlarının, fikir sahibi olmadan bilgi sahibi olmalarının bedelini millet olarak ödüyoruz. Aydınlarımız anadilde eğitimin ne anlama geldiğini bile bilmiyorlar. Anadil öğrenmekle anadilde eğitimi birbirine karıştırıyorlar. Biz Anadilde eğitime karşı çıktığımızda,  anadilin öğrenilmesine de karşı çıktığımızı zannediyorlar! Bir de, hayalleri gerçekleştiğinde, ortaya nasıl bir tablo çıkacağı üzerinde hiç düşünmüyorlar. Durumları Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi! Hoca kar helvasını çok merak edermiş. Çok güzel bir şey olacağını zannedermiş! Bu fikri Hoca’dan duyan bir tanıdığı kar helvası yapmış fakat tadını hiç beğenmemiş. Hoca ile karşılaştığında,  helvanın ziyan olduğunu söyleyerek, sitem etmiş. Hoca ne dese beğenirsiniz? “Valla ben de hiç yememiştim ama tadının çok güzel olacağını zannediyordum!”
Anadilde eğitim bu ülke için bir fantezidir. Anadilde eğitimi savunanlar ülkeyi nasıl bir kaosa sürükleyeceklerinin farkında bile değiller. İlle yaşayarak ve ille büyük bedeller ödeyerek mi öğreneceğiz?  Diyelim ki, Kürtçe anadilde eğitim kabul edildi ve mümkün değil ya, uygulamaya da geçildi; bu Kürtçe ile nasıl eğitim verilecek? Türkçenin bu devlette bin yıllık dil gelişmişliği var; siz daha bir edebî varlığı olmayan Kürtçe ile anadilde eğitim diye ısrar ediyorsunuz! Kürtçenin hangi alt yapısıyla, hangi Kürtçe literatürle? Sonra bunun arkasında ayrı bir devlet fikrinin yattığını nasıl göremiyorlar anlaşılır gibi değil! Bir dil bir millet; iki dil  iki millettir! ‘Masum bir kültürel hak’ olarak savunulan Anadilde eğitim talebinin arkasında saklı ana talep, ayrı devlettir!
Türkiye’de konuyu çok iyi bilen saygın bilim adamları var. Bunları televizyonlara çıkarmıyorlar! Devlet kanallarına bile, Türk Kimliğini bu ülkenin ‘temel meselesi’ olarak gören, Kürt ırkçılığına sempati ile bakan GDO’lu aydınlar  çıkarılıyor!
Türkçe dışında TV yayını ve Kürtçenin okullarda seçimlik ders hâline getirilmesi devletin görevi değildir. Devletin her vatandaşına Türkçe öğretmek görevidir ve her Türk vatandaşı Türkçe öğrenmek zorundadır.
Gerçekleri artık görelim! Meselemiz Kürt Meselesi değil. Meselemiz, Batı emperyalizminin bu ülkede kurduğu vesayeti yıkmak; bölge devletleriyle dostluk ve işbirliği ilişkilerini geliştirecek, Millî bir Ekonomiye dayanan,  gelir dağıtımında adaleti sağlayacak güçlü bir Millî Devleti kurmaktır; ülkeyi adaletle yönetecek bir düzen oluşturmaktır.
 Çoğulculuk, özgürlükçülük gibi sloganik kavramlarla,  ülkeyi etnik ve mezhep kimliklerine bölenler bu topraklarda yaşayan insanlara düşmanlık etmektedirler.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678