Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SORUN KÜRT SORUNU DEĞİL! (3)

Emperyalist ‘dostlarımızın’ ülkemizde ve bölgemizde kurduğu etkinliğin sürmesi için, bu topraklarda sürekli, bir kaos düzeninin hâkim olması gerekiyor. Etnik olarak, mezhep olarak çatışmalıyız ki, emperyalizm, yarattığı krizleri sürdürmekte fazla zorlanmasın! Eksik olmasınlar; emperyalist ‘dostlarımızın’ yemsiz oltalarını yutan siyasetçilerimizin ve  aydınlarımızın sayesinde, bu plânlar tıkır tıkır işliyor! İşte hep birlikte yaşıyoruz,  PKK’nın Batı’nın himayesindeki sözde özgürlük mücadelesini! ‘Analar ağlamasın’ demagojisini dayanak yaptıkları Açılım Süreci’nin sonunda geldiğimiz aşamada, artık TC’nin hâkimiyetini tanımadıklarına ilişkin açıklamalar peş peşe geliyor! Buralara geleceğimiz daha baştan belli  değil miydi? Ancak, bunu görebilmek için Devlet Aklı gerekiyor!

Batılı ‘dostlarımızın’ Kürtlerle ilgilenmeleri 19. yüzyıla kadar uzanır. Prof. Nadim Macit bu konuda şu bilgiyi veriyor: “Etnik grup üretmenin temel ilkesi etnik dil üretmek ve bunu farklılığın kıstası yapmaktır.  Balkanlar, egemen devletlerin çıkar kavgalarına, stratejik müttefikler oluşturarak  ileriye dönük güç hazırlama taktiklerine sahne olurken, doğu bölgesinde dinî-etnik ayrışmanın tabanı Ermeniler ve Kürtler üzerinden oluşturuluyordu. Kürtçe gramer ve sözlük çalışmaları bu çabaların eseridir. Ne var ki,  Kürtler  bu faaliyetlere itibar etmediler. Bu durumdan şikayetçi  olan misyonerlerin Kürt Halkını aşağıladıkları görülür” (“Teo-Stratejiler ve Türkiye”, s. 173)!
Kürtler konusunda, 1850’li yıllardan itibaren yabancılar tarafından yapılan araştırmaların sayısı, 1930’lara gelindiğinde 700’ü aşmıştı!  Bu  araştırmalar herhâlde sadece meraktan değildi.
İngiliz Mark Sykes daha l915 yılında Londra’ya gönderdiği raporda,  “Kürtlerin, Avrupalıların anladığı anlamda hiçbir milliyet ve milliyetçilik duygularının olmadığını, meselâ tarihte devletler kurmuş olan Ermeniler ve Yahudiler gibi devlet gelenekleri de olmadığını; sadece şuûraltı etnik ve kabile insiyakları bulunduğunu ve hiçbir Kürdün kaybolmuş bir Kürt Devleti’nin hasretini çekmediğini” söyledikten sonra şu tespiti yapıyor: “Birleşmiş ve konsolide bir Kürdistan’ın kurulması imkânsızdır.  Bunun için de dağınık Kürtlerin hudutları dikte etmeleri ve Kürtlerin illâki de birleşmeleri gereken bir halk telâkki edilmeleri için hiçbir sebep yoktur” (Altemur Kılıç, “Büyük Kürdistan Küçük Türkiye”).
1946’da Güney Doğu bölgemizi gezen bir İngiliz diplomatı, İstiklâl Harbi sırasında Kürtleri ayaklandırma girişimlerinde bulunan Binbaşı Noel’in dediği gibi, “Buralarda Irak’ın aksine Kürt milliyetçiliğinin en ufak bir kokusu bile yok!” diye hayıflanıyordu (Altemur Kılıç, age. s.164)!
Fakat bunların ne önemi var ki, devlet yönetiminde zaaf yarattığınızda, devletin başına tarih bilinci olmayan siyasetçileri getirmeyi başardığınızda ve aydınları avladığınızda, nelerin olabileceğinin tarihimiz vahim örnekleri ile dolu değil midir? 1820 Yunan isyanı, Balkan Bozgunu, I.Dünya Harbi ve Atatürk’ten sonra yaşadıklarımıza bakın yeter!
Aydınlarımız Batı’nın oryantalist bilim adamlarından ve emperyalizmin kontrolündeki aydınların, “Çağdaş bir aydın olabilmek için ülkenden bağımsız olacaksın, aslâ millî düşünmeyeceksin, kozmopolit olacaksın” telkinlerinin öylesine etkisi altına girmişlerdir ki, evrensel düşünmek adına,  emperyalizmin etki ajanlarına dönüştüklerini görememektedirler! Ege Cansen gibi liberal bir yazarımız, bu aydın gafletine isyanını 9 Ağustos tarihli Sözcü’de “Barış isteyen sahtekârdır” başlıklı yazısında bakınız nasıl dile getirmiş: “Aydınlar kendi toplumlarını övmez; aksine suçlar. Türk aydınlarının Türklere karşı Kürtleri, Ermenileri ve Rumları desteklemesi onların fıtratları gereğidir. Onlar ait oldukları toplumun, beğenmedikleri yöntemlerle elde ettiği kazanımlardan dibine kadar yararlanırlar.  Ama ruhen (ecnebi) oldukları için, toplumlarının sorumluluklarını paylaşmazlar. Ortalıkta sesi çıkan Kürt aydını olmadığından, o kesimde aydın sorunu yaşanmıyor!”
Halkına önderlik yapması gereken aydın; kendi tarihini bilmeyince, emperyalizmi tanımayınca, milletinin değerlerine yabancılaşınca halkından da kopuyor! Bırakınız halkına önder olmayı, halkının felâketinin sebebi bile olabiliyor!
 “Yarım imam dinden eder, yarım doktor candan eder” derler ya; ‘yarım aydın vatandan eder’ demek Türkiye için, bir gerçeğin ifadesi olmaz mı?
Bugün yaşamakta olduğumuz ‘Kürt Sorunu’nun bu boyutlara gelmesinde, Millî Devletin önemini kavrayamayan, kültürel çoğulculukla Türkiye’nin nasıl bir istikrarsızlığa sürüklenebileceğini göremeyen   aydınlarımızın katkıları büyüktür. Sorun bir etnik sorun değil; 1940’ların sonlarında, Türkiye’yi ayağa kaldıran Plânlı Karma Ekonomi siyasetinden vazgeçilerek, Millî Ekonominin kapitalist sisteme eklemlenmesi kararı ile, Türkiye’nin dünya sömürü sisteminin etkisine açık bir hâle getirilmesi, bu yüzden millî gelir  artışının yavaşlaması, gelir dağılımının bozulması ve bu süreçte, ‘Seçilmişler Atanmışlardan Üstündür’ demagojisiyle Millî Devletin tahrip edilmesidir.
Devletçilik sorunları çözecekti!
Bugün bu ülkenin ana sorunu, emperyalist odakların ve yerli işbirlikçilerinin ülke siyaseti ve ülke ekonomisi üzerinde kurmuş oldukları hâkimiyettir. Bu hâkimiyet kırılarak, ülkede millî ve adaletli bir yönetim kurulmadıkça hiçbir sorunun temelli olarak çözülmesi mümkün değildir. Ülkenin enerjik güçlerinin ‘Kürt sorunu’ gibi yapay sorunlarla bölünmesinin, bu sömürü düzeninin sürmesine hizmet ettiğinin görülememesi hazindir.
Doğu’daki yapının temel sebeplerinden birisi de, Çok partili dönemde,  Batılı ‘dostların’ tavsiyeleri ile, buralardaki devlet teşebbüslerinin tasfiye  edilmesidir. Böylece, ayrılıkçı terörün gelişmesi için âdeta zemin hazırlanmıştır. Hâlbuki daha 1936 yılında Celâl Bayar tarafından hazırlanan bir raporda, ‘Bölgedeki ağaların ve şeyhlerin nüfuzunun ancak Devletçilikle kırılabileceği, bunun için de İl Özel İdarelerine, umumî devlet programlarında olduğu gibi Devletçiliği sokmanın zorunluluğu’ üzerinde durulmaktaydı!
Ekonomik ve kültürel alt yapısı hazır olmadığı hâlde, Çok Partili Sisteme geçilmesi ile birlikte, elde ettikleri “Oy Silâhı”  ağaların, şeyhlerin ve bölücülerin gücünü daha da arttıracak; ‘Devletçilikten de vazgeçilmesi ile’ bölge halkı âdeta ağaların, şeyhlerin ve ayrılıkçı güçlerin ellerine terk edilecektir! İspanya ve Portekiz’in 1974 ve 1975’de Çok Partili Sisteme geçtiklerini hatırlatalım!
Türkiye Millî Ekonomisini ve Millî Devletini güçlendirip, feodal yapının gücünü kırmadan; Atatürk Devrimini yarıda bırakarak, çok partili sisteme geçmenin bedelini ödüyor.  Daha, çook bedel ödeyeceğiz!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678