Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

NATO YANIMIZDAYMIŞ!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığına atanma sürecinde, Türkiye’nin uygulamak istediği tezi, 21 Mart 2009’da şöyle ifade etmiş: “Türkiye, ‘Küresel Yeni Dünya Düzeni’ çerçevesinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak!”
Yani, Türkiye, Küresel Plân’a hizmet edecek! Peki, neydi Küresel Plân? 22 Müslüman ülkenin sınırlarını yeniden belirleyecek olan Büyük Orta Doğu Projesi!
Suriye –bizim de katkımızla- karıştırılmadan önce, bu ülke ile ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yapılması, vizelerin kaldırılması, Suriye Devlet Başkanı ve Başbakanımızın, eşleri ile birlikte tatil yapmaları gibi güzel gelişmelere değinen bir yazımızda, Suriye ile geliştirilen dostluk ilişkilerini takdirle karşıladığımızı, bu politikanın, Atatürk’ün Sadabat Paktı anlayışı ile de örtüştüğünü; fakat bu ‘sıcak ilişkilere’ kuşku ile bakılması gerektiğini; çünkü Batı’ya tam bağımlı olan Türkiye’nin, bölge devletleriyle bu kadar bağımsız ilişkiler kurmasının mümkün olmadığını belirtmiştik. Nitekim, bir süre sonra, Suriye Devlet Başkanı sayın Esat’a, birtakım kabul edilemez taleplerle gidildiğini ve bu talepler reddedildiğinde, ABD ve hempalarının, Arap Baharını, Suriye’de de, nasıl bir hışımla hayata geçirdiklerini gördük!
Suriye’de yaratılan kaosun yıkıcı sonuçlarını biz de yaşıyoruz. 2 milyonun üzerinde sığınmacı misafirimiz! Bunlar için 8 milyar dolar harcama yapmışız. Ayrıca, konunun uzmanları, salgın hastalıklara da dikkat çekiyorlar. Çünkü bu insanlar bir sağlık muayenesine tâbi tutulmadan, aşı yapılmadan, ellerini kollarını sallayarak sınırlarımızdan içeriye girdiler ve bütün yurda yayıldılar. Diğer taraftan, Suriye Devletinin can derdine düşmesi ve bu yüzden Türkiye sınırını boşaltması, PKK çetesine ve diğer dinci terör örgütlerine de büyük fırsat yarattı. Artık güneyimizde bir Suriye Devleti yok! Fakat acı olan, bütün bu yaşadıklarımıza rağmen, bu işin sorumlularında en küçük bir pişmanlık belirtisi bile görülmemesi; hâlâ, hesapların, ‘Esat’ın gitmesi’ üzerine sürdürülmesidir!
Amerika’dan ve Fransa’dan sonra, Rus uçakları da Suriye’de bomba yağdırmaya başladı. Ne var ki, Rus uçakları IŞİD’in yanında, bu iktidarın desteklediği muhalifleri de vuruyor. Bunun üzerine Cumhurbaşkanımız, “Rusya’nın Suriye ile bir sınırı yok. Ama benim 911 kilometre sınırım var” diyerek Rusya’ya tepki gösterdi! Peki, sormak gerekir: Amerika ve yandaşlarına ait uçaklar da Suriye’yi bombalıyorlar! Bu devletlerin Suriye ile bir sınırı var mı? Bu devletler Suriye topraklarını bombalamak için, Birleşmiş Milletler’de temsil edilen meşrû bir devlet olan Suriye Devletinden onay aldılar mı?
Oysa Rusya, Suriye’nin daveti üzerine orada!
Suriye’den kalkan bir Rus uçağı sınırımızı ihlâl ediyor ve derhâl Rusya’yı bir nota ile protesto ediyoruz. Amerika ve NATO bize desteğini açıklıyor; yanımızda olduklarını bildiriyorlar. Cumhurbaşkanımız ve Başbakan, bu destek için NATO’ya teşekkür ediyorlar. Cumhurbaşkanımız, Belçika’da yaptığı konuşmada, Suriye Devlet Başkanı’nı, 300 bin insanın ölümünden sorumlu tutuyor ve “Suriye’yi korumaya çalışanlar var. İran bunlardan bir tanesidir. Rusya bunlardan bir tanesidir” diyor! Sayın Cumhurbaşkanımız bununla da yetinmiyor; Batı’yı, Ukrayna konusunda izlediği gevşek siyaset sebebiyle eleştiriyor ve Rusya’nın Suriye’de boy göstermesini ‘bu gevşek siyaset’e bağlıyor!
Ne kadar zor bir durumda olduğumuzun farkında mıyız? Rusya, İran ve Irak Bağdat’ta yapılan toplantıda, Suriye konusunda işbirliği yapacaklarını açıklıyorlar. Çin’in de bu bloğa katılacağının işaretleri var! Peki, biz neredeyiz? Biz, bölgemizdeki kaosun baş sorumluları olan Batı emperyalizmi ile işbirliği içindeyiz!
Rusya’ya nota veriyoruz. Doğrudur; verilmelidir. Fakat Türkiye’nin hak ve hukukunu ihlâl eden her devlete aynı muamele yapılmalıdır. Peki, sormak ayıp olmasın ama; 4 Temmuz 2003’te, Irak’ın Süleymaniye şehrinde, kahraman ordumuzun seçkin mensuplarının başlarına çuval geçiren Amerika’ya nota vermiş miydik? O zaman, “nota verecek misiniz?” sorusuna verilen, “ne notası, müzik notası mı” cevabını hatırlıyoruz!
Peki, ya Yunanistan 2004 yılından sonra, 16 adamızı işgal ettiğinde, bu ülkeye nota vermiş miydik? Bu konu zamanın Millî Savunma Bakanı’na sorulduğunda, Meclis’te verdiği “Bu adalar hukuken bize aittir” şeklindeki komik cevabı da hatırlıyoruz!
NATO bizi destekliyormuş! Ne mutlu bize! Aklımıza bir siyasetçinin şu veciz sözü geliyor: “Ben düşmanlarımı hâllederim; siz beni dostlarımdan koruyun!” Hele bu dostlar Batılı ise! Çünkü onların dış politikada dostları yoktur çıkarları vardır. Tarihimiz biraz incelenirse, Batı’nın dostluğuna güvenmenin başımıza açtığı belâların örneklerini görebiliriz.
II. Abdülhamid ve Atatürk Dönemi dışında bu ülkede, Batılıların tahrikleri ile, Rusya düşmanlığı siyaseti sürdürülmüştür. Osmanlı’yı borç tuzağına düşüren 1854 Kırım Harbi’ne, İngiltere ve Fransa’nın baskılarıyla girilmişti. Fransa daha III. Selim zamanında, onun hayalperest Fransız dostluğunu istismar ederek, Osmanlı’yı Rusya’ya karşı savaşa tahrik etmişti (Niyazi Berkes, “Türkiye’de Çağdaşlaşma”, s. 120, 124).
Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, 1838 Serbest Ticaret Antlaşmasıyla Osmanlı’nın elini kolunu bağlayan İngiltere’nin Başbakanı Lord Palmerston Fransa’ya, “Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun dostluk kurmuş olabileceğini, bunu yıkmak gerektiği’ mesajını gönderiyor (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1708)!
Yine, Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, 1878’de, Rusya’dan korunmak için İngiltere’ye sığınan Abdülhamid, bunun, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak olduğunu çok geçmeden görerek, Rusya’ya karşı kışkırtıcılıktan kaçınan dengeli bir politika izlemeye yönelmiştir. Bu politika Osmanlı Devleti’ni bir süre rahatlatmıştır (“Türkiye’nin Düzeni”, s. 43).
Doğan Avcıoğlu, II. Abdülhamid’in Rusya siyaseti hakkında bize şu çok önemli bilgiyi de veriyor: “1887 yılında Rusya’ya karşı Avusturya, İtalya ve İngiltere üçlü bir ittifak kurarlar ve bu ittifakın, ‘Türkiye’nin Rusya’ya karşı koruyuculuğunu’ kabul etmesini isterler! Türkiye bu koruyuculuğu kabul etmezse, topraklarını işgal ederek onu zorla koruyacaklardır!
‘Rusya düşman, İngiltere dost’ görüşünün şampiyonluğunu yapan Sadrâzam Kâmil Paşa, bu ittifakı sevinçle karşılar. Oysa, “Abdülhamid denemeyle öğrenmiştir ki, Balkanlar’da ve Doğu Anadolu’da komşumuz olan Çarlık Rusya’sı, Türkiye’nin başına en büyük dertleri açabilir. Düşmanlık politikası izlenmeden önce, dostluk politikası araştırılmalıdır!”
Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, İngiliz belgelerinde, ‘İngiliz’den çok İngilizci’ diye geçen Sadrazam Kâmil Paşa’nın, Üçlü İttifak’a girilmesini öneren mektubuna karşılık olarak, Sultan Abdülhamid ona, özetle şu talimatı verir: “Rusya Devleti aslâ gücendirilmeyip, kendisiyle iyi geçinebilmek önemli ve gereklidir. Sorunun başından beri Osmanlı Devletince izlenen doktrin, bu ilkeye dayanmaktadır” (Millî Kurtuluş Tarihi, s.1708).
Sultan Abdülhamid’e göre, “Büyük devletler arasında en fazla çekinilmesi icap eden İngilizlerdir. Çünkü onlarca, söz vermenin hiçbir kıymeti yoktur” (N. Uğurlu, “II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri”, s. 286)! Günümüzde bu güç, bilindiği gibi, Amerika’dır.
Abdülhamid’in bu tavrı üzerine, İngiliz yöneticileri küplere biner; Abdülhamid’e ‘Kızıl Sultan’ adını takarlar.
Atatürk l9. 9. l921 tarihinde, Rusya ile dostluğa verdiği önemi şu sözlerle ifade eder: “Biz Rusya ile dostuz. Çünkü, Rusya herkesten evvel bizim hukuku milliyemizi tanıdı ve ona riayet etti. Bu şart dahilinde bugün olduğu gibi yarın da, daima, Rusya Türkiye’nin dostluğundan emin olabilir”(Kâzım Öztürk, “Atatürk’ün TBMM Konuşmaları”, s. 604).
Türkiye Atatürk döneminde, hiçbir Batılı devletle ittifak yapmamıştır. Atatürk’ün ölümünden birkaç ay önce, Almanya’nın yaptığı ittifak önerisi, “Türkiye tarafsız kalmalıdır, bir ittifak içine girmemelidir” diyerek geri çevrilmiştir (M. Gönlübol, “Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası”, s. 116)!
Bugün, Atatürk’ten sonra, Batı ile yapılan ittifakın bedelini ödemekteyiz.
Ahmet Cevdet Paşa boşuna, “Devlet adamları tarih okumalıdırlar” dememiş!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678