Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

MESELEMİZ YENİ ANAYASA DEĞİL!

7 Haziran seçimlerinin propaganda döneminde, iktidar sözcüleri, Yeni Sivil  Anayasa ve Başkanlık Sistemi taleplerini sıklıkla dile getirmişlerdi. Oy kaybının ana sebeplerinden biri olduğu görülünce, 1 Kasım seçimlerinde bundan hiç söz etmediler. Muhalefetin ikramı ile oylarını dokuz puan arttırınca, yeniden Başkanlık hayalleri kurmaya başladılar.

Seçimleri kazandınız. Cumhurbaşkanlığı da sizde. Hukuk Devleti ve kanunlar dairesinde, ne isterseniz yapmak imkânına sahipsiniz. Peki, nedir bu Başkanlık sistemi takıntısı? İktidarın görevi milleti ille de germek midir? Türkiye’nin meselesi bu mudur?
Bize göre, Türkiye’nin asıl meselesi fabrika ayarlarına dönülmesidir. İktidar da, muhalefet partileri de bunu anlasalar iyi olur. Bu coğrafyada güçlü bir Türkiye ancak, Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönülmesiyle mümkündür. 1946’dan beri yaşadığımız demokrasi tiyatrosu sonunda içine sürüklendiğimiz kaos, bunun,  devletimiz için bir beka meselesi olduğunu bize göstermiş olmalıdır.
Bu Cumhuriyetin Kurucu Değerlerinden söz edildiğinde, bu değerlerin anlam ve önemini bir türlü idrak edemeyen, değişen zamanla birlikte her şeyin değişmesi gerektiğine inandırılanlar,  Tek Devlet, Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan ve Tek Dil anlayışını ‘TEKÇİLİK’ olarak suçlayarak; bu değerlerin vatandaşların bölünmesine sebep olduğunu iddia ederler ve çoğulculukla; yani ayrışarak, milî birliğin sağlanacağı gibi bir garabeti savunurlar. ‘Seçilmişler atanmışlardan üstündür’ demagojisi, bunların temel sloganıdır. Bu ülkede bu anlayış tarafından seçilmişler sürekli yüceltilmiş; devletin temeli olan Millî Bürokrasi kapı kulu gibi görülmüştür.. Bu söylem aslında, devleti çökertmek isteyen işbirlikçi güçlerin ‘demokrasi, demokratikleşmek, devletin; halkın devleti hâline getirilmesi’ gibi sloganik kavramları kullanarak sürdürdükleri bir psikolojik harp yöntemiydi. Bu söylemle, Kurucu Değerlerin anlamını idrak edemeyen demokrasi aşıklarını da peşlerinden sürüklediler.
Gazeteci Yavuz Donat’ın, uzun yıllar önce yazdığı bir yazıyı hatırlıyoruz. Donat, bir İngiltere seyahatinde, bir bakanlık müsteşarı ile yaptığı sohbet sırasında, ne kadar zamandır bu görevde olduğunu sorar. İngiliz Müsteşar, “15 yıl’ deyince, Yavuz Donat şaşırmış bir hâlde, “Nasıl olur? Bu sürede İngiltere’de hiç hükümet değişmedi mi?” der. Müsteşarın cevabı mealen şu olur: “Benim görevim İngiltere’ye hizmet etmektir!”
Bu cevap, aynı zamanda bizim temel meselemizi de ortaya koymaktadır. Bizim temel meselemiz,  çok partili dönemde, iktidara gelen partilerin, devlete, kendi hayalci anlayışlarına  göre istikamet vermek arzusuyla, yandaşlardan  oluşan bir bürokrasi oluşturmak gayretleridir. İktidara gelen partilerin devleti, anayasaya ve belirlenen millî hedeflere göre değil, kendi ideolojilerine göre yönetme arzularıdır. Bu ülkede bütün çatışmalar da bu yüzden çıkmıştır. Örnek aldığımız Batı’da, kesinlikle böyle bir anlayış yoktur. Bize demokrasinin temel şartı olarak benimsetilen, ‘Seçilmişler atanmışlardan üstündür’ şeklindeki bir anlayışı, örnek aldığımız Batı’da  hiç kimse savunmaz. O ülkelerde böyle bir söyleme sadece gülünür.
Batı’dan estirilen rüzgârların etkisindeki aydınlar, hep güçlü demokrasiden söz ederler. Hâlbuki, güçlü bir demokrasi için her şeyden önce güçlü bir Millî Devletimizin olması gerekir. Bunun da temel şartı, çok iyi eğitilmiş Millî Bürokrasi,  Millî Ordu, Millî bir Ekonomi ve Mâli Sistem, Millî bir Eğitim Sistemi, Millî bir Basın ve Bağımsız bir Yargıdır.
‘Seçilmişler atanmışlardan üstündür’ anlayışı ile, denetlenemeyen bir ‘Seçilmişler Sınıfı’ yaratıldı. Düşünebiliyor musunuz? Seçilmişleri denetleyecek olan Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Danıştay gibi kurumların yapısı, seçilmişler tarafından belirlenmektedir! Anayasa Mahkemesine Cumhurbaşkanı üye seçiyor.  Meclis üye seçiyor.  Fakat  aslında, iktidar çoğunluğuna sahip olan parti; Bakanları ve Vekilleri yargılayacak olan kurumların üyelerini seçmiş oluyor! Sayıştay üyelerini de, yine Meclis yani iktidar partisi belirliyor! Sözde; Sayıştay devletin harcamalarını denetleyecek!
Böyle bir ülkede yolsuzluklar yargılanabilir mi?
Türkiye artık, kendisine, ‘Demokrasi’ diye dayatılan bu ‘Dokunulamaz’ sistemi sorgulamak zorundadır. Millî Devleti, Millî Bürokrasiyi koruyacak düzenlemeler yapılmalıdır. Bürokrasiden niçin korkuluyor? Onlar da bu milletin evlâdı değil mi? Sırf halk seçti diye, -bir kriter testine tâbi tutmadan- siyasetçiyi kutsuyoruz. Bir bürokratın, ehliyet ve liyakati yılarca test edildikten, devlet yönetiminde tecrübe kazandıktan sonra belli makamlara gelebildiğini ise hiç  önemsemiyoruz!
Varsayın ki, büyük bir şirketiniz var. Başına bir genel müdür getireceksiniz. O genel müdürün kapsamlı bir özgeçmişini ister; ehliyet ve liyakate sahip olup olmadığını araştırırsınız. Bunu yapmadan; herhangi birini şirketinizin başına getirmezsiniz. Peki, bu devlet sizin şirketinizden daha mı değersiz? Hele, günümüzün dünyasında, devletlerarası ilişkiler bu kadar karmaşık bir hâle gelmişken; bu ilişkileri yürütecek olanların çok özel bir eğitim görmüş olmaları gerekirken;  sırf seçilmiş diye, hiçbir uzmanlığı olmayan insanları nasıl ülkenin en sorumlu makamlarına getirebiliriz? Bu işte bir sakatlık yok mudur?
Siz, kendi özel arabanızın direksiyonuna ehliyeti olmayan birini oturtur musunuz?
Seçimler daha yeni yapıldı; dün bir bugün iki! İktidar hemen Yeni bir ‘Sivil Anayasa’ ve Başkanlık sistemini gündeme getirdi. Bugün bizim önceliğimiz bu mu? Bize önce, bir Anayasayı Koruma Kurulu gerekli. İktidara gelen bir partinin, devlet yapısını keyfine göre düzenlemesini önleyecek millî bir kurula ihtiyacımız var. Örnek aldığımız bütün Batı demokrasilerinde güçlü denetim organları vardır.  Almanya, bir daha Hitler gibi bir manyak ülkenin başına gelemesin diye, Anayasayı Koruma Kurulu kurdu. Bizde de bir Millî Güvenlik Kurulu vardı fakat, seçilmişleri denetleyen bir ‘Vesayet Kurulu’ olarak nitelenerek, bütün işlevi ortadan kaldırıldı.
Seçimlerden önce, Aydınlık  gazetesinde Ufuk Söylemez,  Prof. Hasan Ünal’la yaptığı bir söyleşiye yer vermişti. Sayın Ünal da aynı konuların üzerinde durmuş. Söylediği özetle şudur: “Türkiye’de bugün, kuvvetler ayrılığının olmadığı  bir hukuk ve adalet sistemine doğru kuvvetli bir gidiş söz konusu.  Aynı şekilde demokrasinin olmazsa olmazı laiklik ilkesi alenen çiğneniyor. Millî Ordusuna kumpaslar kuruluyor ve bunlara karşı Cumhuriyetin kurucu değerlerini içeren anayasayı koruyacak yasal mekanizma veya kurum ortada yok! Türkiye’de yapılması gereken öncelikli şey Meclis’teki iktidar ve muhalefetin yıllardan beri papağan gibi tekrarladığı, yeni bir anayasa yapmak değildir; olmamalıdır. Türkiye’ye gerekli olan, Cumhuriyetin Kurucu Değerlerini ve Kuvvetler Ayrılığını koruyup kollayacak bir ‘Anayasayı Koruma Kurumu’ oluşturmaktır. Böyle bir şey olmaz ise bugün olduğu gibi, iktidar (veya sandıktan her 276’yı bulan parti) ve Cumhurbaşkanı el ele verip, ülkeyi ‘Millî irade bize oy verdi’ diyerek, yönetilemez hâle getirip, Kurucu Değerlerini tahrip edip; ülkeyi dışarıda savaşa; içeride kaosa ve kutuplaşmaya sürükler ki, gidişat o yöndedir.”
Şunu artık çok iyi anlamalıyız ki, iktidara gelen partiler, Kurucu Değerleri bir kenara iterek, ülkeyi kendi keyiflerine göre yönetmeye kalkarlarsa, bir felâket olan bu durum,  ‘Demokrasinin gereği’  olarak kabul görürse, varacağımız yer ancak kaos ve yıkım olur. Bu Kurucu Değerler, öyle akla gelenlerin kağıda yazıldığı şeyler değildi. Cumhuriyetin kurucuları,  bir imparatorluğun nasıl yok edildiğini görmüşler ve bu tecrübe ile bu değerleri belirlemişlerdi. Bir iktidar, Cumhuriyetin Kurucu Değerleri ile bu kadar rahat oynayamamalıdır.
Cumhuriyetin kurucuları, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” ilkesini kabul ettiler ve anayasaya koydular. Bu iktidar, her nedense bir türlü bunu benimseyemedi. Bir türlü Türk Milleti diyemediler. ‘Türkiye Vatandaşlığı’ gibi ucube bir kavram ürettiler. PKK ile görüşmeler yapıldı. Tavizler verildi. Anayasadan Türklüğün çıkarılmasından bile söz edebildiler! İçlerinde, “AKP hepimizi Türk olmaktan kurtardı” diyenler oldu! 7 Haziran’da, milletimizin bu söylemleri tasvip etmediği görülünce, hemen çark ettiler ve Milliyetçiliğe sarıldılar ve bunun semeresini de aldılar.
Şimdi yeniden, ‘Yeni Sivil Anayasa ve Başkanlık’ denilmesi akıl kârı mıdır?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678