Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

‘MEDENÎ BATI’ MI DEDİNİZ?

Her gün televizyonlarda Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da yaşanan kanlı olaylara ilişkin haberleri dinliyor; beyinleri yıkanmış canlı bombaların sebep oldukları katliam görüntülerini seyrediyoruz. Bu ülkelerden kaçan yüz binlerce Müslüman’ın, daha güvenli bir hayata kavuşabilmek umuduyla, bir Avrupa ülkesine ulaşabilmek için  çıktıkları yolculuk, Akdeniz’in maviliklerinde, binlercesinin hayatlarını kaybetmesiyle sonlanıyor!Son dramatik hadisede, Yunanistan’ın Kos adasına gitmek için bindikleri lastik botun batması sebebiyle, 12 Suriyeli göçmen boğularak öldüler ve cesetleri Bodrum sahillerine vurdu. Bu ne ilkti, ne de son olacaktı. Fakat, minik bedeni Bodrum sahillerine vuran zavallı bir Suriyeli çocuğun görüntüsü dünyayı ayağa kaldırdı. Yaşıtları, serinlemek için denize giriyor, o  kumsalda oynuyorlardı. Onun ise ancak cesedi kumsalda yatabiliyordu!İç savaş sebebiyle, ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu insanların yaşadıkları drama sağır olan Batı’nın vicdanı,  Bodrum kumsalında yüzü koyun yatan bir minik beden görüntüsü ile nihayet harekete geçebildi! Hiçbir insanî değer tanımayan Kapitalist-Emperyalist siyasetlerinin vatanlarından kopardıkları bu mâsum insanları nihayet, ülkelerine kabul etmeye başladılar!Cumhurbaşkanımız bir gazetecinin, “Suçlu kim?” sorusunu “Suçlu tüm Batı” diye cevapladı! Peki, suçlu sadece Batı mı? Meselâ, Suriye’deki iç savaşı ele alalım! Suriye’nin meşrû yönetimine karşı ayaklananlara destek verilmeseydi, olaylar bu boyutlara gelir miydi? Bu acı aşta bizim de payımız yok mu?Bu ülkeler durup dururken karışmadı! Her şey, Amerika’nın Afganistan’a müdahalesi ile başladı. Geçen aylardaki bir yazımızda, John  Pilger’in “Dünyanın Yeni Efendileri” kitabından,  bu konudaki bazı bilgileri paylaşmıştık. Kısaca hatırlatalım: 1960’lı yıllarda Afganistan’da, bir özgürlük hareketi ortaya çıktı. Bu hareket 1978’de feodal yönetimi devirdi. Yeni hükümet, kölelik şartlarında çalışmayı kaldırdı. Geniş çaplı bir okuma seferberliği başlattı. Kısa bir zaman içinde, Afganistan’daki üniversite öğrencilerinin yarısı, doktorların yüzde 40’ı, öğretmenlerin yüzde 70’i ve memurların yüzde 30’u artık kadınlardan oluşuyordu! Fakat ABD desteğiyle Taliban’ın etkinlik kazanmasıyla birlikte, her şey değişti. Hatırlanacağı gibi, Afganistan’da yönetimi ele geçiren özgürlükçü güçler, Batı tarafından Sovyet yanlısı olarak suçlanmış ve dünya da bu yalana inanmıştı! Nitekim, Başkan Carter’in Dışişleri Bakanı Cyrus Vance hatıralarında, “Afganistan’da yapılan darbede Sovyetlerin parmağı olduğuna dair bir delil bulamadık”  diyecektir! Ne var ki, Amerika, sömürge dönemi sonrası ortaya çıkan bağımsızlık hareketlerinin, Amerikan çıkarlarına sekte vuracağına inanıyordu!  Afganistan’daki başarı, diğer ülkeler için ümit verici, tehlikeli bir örnek olabilirdi!  İşte bunun için Amerika ‘Demokrasi Projesini’ sahneye koydu! Gulbeddin Hikmetyar gibi adamlar, CIA’dan milyonlarca dolar aldılar. Hikmetyar’ın uzmanlığı, haşhaş trafiğini düzenlemek ve burka giymeyi reddeden kadınların yüzüne kezzap atmaktı. Hikmetyar 1986’da Londra’ya davet edildi ve Başbakan Thatcher tarafından ‘Özgürlük Savaşçısı’ olarak ağırlandı! Afganistan’daki özgürlükçü hükümetinin işbaşında olduğu yıllarda, Washington bu mücahit gruplara 4 milyar dolar aktardı. Brzesinzki’nin plânı, ‘Kontrolden çıkmış Müslümanları kullanmaktı’! Pakistan’ın da işbirliği ile, Afganistan’daki ‘CİHAD’a katılmaları için, dünyanın dört bir tarafından, bu fanatikleri bulup eğittiler ve Müslümanların başına belâ ettiler. Bugün Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de olduğu gibi!1991 Irak harekatı ve 2003’te Irak’ın işgali! Daha sonra Libya ve şimdi de Suriye faciası!   Gerekçe hep aynı: ‘Demokrasi getirmek’!

Batı emperyalizmi ırkçıdır ve acımasızdır. Onların tek bir amaçları vardır; o da,  hiçbir ahlâk kuralı tanımadan, dünyada kurdukları sömürü düzenini sürdürmektir. Siz onların dünyaya insan hakları ve demokrasi dersi  verdiklerine bakmayın. Bu sadece onların yüzündeki maskedir. Bu maske ile bizim gibi ülkelerin milli şuûru gelişmemiş aydınlarını avlarlar ve kullanırlar.
Japonya yenildiği hâlde, Amerika, sırf Rusya’ya göz dağı vermek için Hiroşima ve Nagazaki’de iki atom bombası patlatarak yüz binlerce sivil Japon’un ölümüne sebep olmuştu. Vietnam’da denemedikleri bomba kalmadı!
Bunlar kendilerini, ‘Dünyanın Efendileri’ olarak görürler! Amerikalı Senatör Albert J. Beveridge, 27 Nisan l898’de üstün ırk teorisine dayanarak, şu konuşmayı yapmaktaydı: “Amerikan Cumhuriyeti tarihin en üstün ırkının kurduğu bir cumhuriyettir. Tanrı tarafından yönlendirilen bir devlettir. Bu cumhuriyetin liderleri de yalnızca devlet adamı değil, aynı zamanda Tanrı’nın peygamberleridir” (İsmail Vural, “Evanjelizm”, s. 119)!
Bu meczuplar;  ‘dünyayı yönetmek için Tanrı’nın kendilerini özel olarak seçtiği’ gibi, fantastik  bir inanca sahipler;  kendilerinin, insanlar arasında apayrı bir tür olduğuna,  özel misyonları bulunduğuna inanıyorlar! Aydınlarımızın hayran olduğu, bir suikastla hayatını kaybeden Başkan Kennedy’nin,  20.01.1961 tarihindeki yemin töreni sırasında söylediği şu sözler, bu fanatik inancın bu insanlarda ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir: “…ama unutmayalım ki yeryüzünde Tanrı’nın yapacağı işi biz yapmakla görevliyiz” (Claude Julien, “Amerikan İmparatorluğu”, s. 50)!
Irak harekâtına Birleşmiş Milletler’den onay çıkmayınca, Başkan Bush, harekâtı şu sözlerle  savunmuştu: “Mesihî bir vizyon ile hareket eden Başkan  dönüp başkalarından onay mı alacak?”
Evet, onlar Tanrısal bir görev ifa ediyorlar! Ve ne yazık ki, onları ‘Veli’ edinen Müslüman yöneticiler de var!
‘Dostumuz ve de Müttefikimiz’ Amerika’nın, müdahale gerekçesi hep aynı: ‘Diktatörlük altında inleyen Müslüman ülkelere demokrasi getirmek!’ Hâlbuki,  Amerika’nın, hempalarıyla birlikte müdahale ettiği ülkelerde iyi kötü, işleyen bir düzen vardı. İnsanlar kendi vatanlarında belli bir istikrar ve güvenlik içinde yaşıyorlardı. Şimdi  ise,  kapağı Avrupa ülkelerinden birine atarak kurtulmak umuduyla bindikleri lastik botların ya da çürük çarık gemilerin batmasıyla  Akdeniz’in mavi sularında hayatları sona eriyor!Sözde Suriye’ye demokrasi getirecekler; Suriye halkını ‘Esat’ın zulmünden’ kurtaracaklardı! Bugün Suriye halkı, bunların sayesinde daha büyük zulüm yaşıyor! Afganistan, Irak ve Libya aynı durumdadır. Ve biz, Müslüman Türkiye, bütün bu Müslüman ülkelerdeki  bu pis işlerde Batı’nın yanında olduk!
1400 yıldır, Müslümanlığın ruhundan uzaklaşarak,  bir takım ritüelleri din yerine koymanın bedelini ödüyoruz. Müslümanlığın özü; çalışmaktır, üretmektir;  eşitliktir, adalettir;  paylaşmak ve zulme karşı kıyamdır! Zanla değil, bilgi ile hareket etmektir! Öğrenmektir, öğretmektir; ilk ayet böyle diyor! Var mı bugün böyle bir Müslümanlık?
Şu iyi bilinsin ki, II. Dünya Harbi’nden sonra Batı ittifakı içinde yer alan Türkiye, bölgemizin Batı emperyalizminin hâkimiyeti altına girmesinin baş sorumlusudur. Eğer İran’a arka çıksaydık, CİA ve İngiltere; İran petrollerini millîleştiren Başbakan Musaddık’ı deviremezdi! Eğer NATO ve BAĞDAT PAKTI macerasına girişmeseydik; SADABAT PAKTI; Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’ın katılmaları ile daha da güçlenirdi. Atatürk Türkiye’sinin hedefi buydu. Mısır Devlet Başkanı Nâsır’ın, kendisine yapılan, bu iki pakta katılma tekliflerini reddettiğini hatırlatalım!
Ne yazık ki, hâlâ daha Atatürk’ün büyüklüğünü anlamaktan aciziz! ‘Atatürkçüler’ bile hâlâ daha “Batı Batı” diyor! ‘İslâmcıyız’ diyenler de emperyalist Batı ile kol kola! Bir de utanmadan, İslâm Âleminin umudu olmuş büyük Atatürk’e dil uzatıyorlar!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678