Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

HİLÂFET İSLÂMÎ DEĞİL

Yargıtay’ın terör örgütü olarak kabul ettiği, Hizb-ut Tahrir, 7 Mart 2016’da Ankara’da, 47 ülkeden temsilcilerin katıldığı, “Uluslararası Hilâfet Konferansı” düzenledi. Bu konferansta yapılan bazı konuşmalarda, 3 Mart 1924’te hilâfeti kaldıran Atatürk ve arkadaşları ‘kâfirler’ diye nitelenmiş! Hilâfeti kaldıran I. Meclis’in hemen yanında, “Hilâfeti yeniden ilân ediyoruz” konuşmaları yapılmış! CIA’nın devrede olmaması mümkün mü?
Atatürk’e, hilâfeti kaldırdığı için saldıranların, ‘İslâmiyet’te Hilâfet diye bir kurum var mı?’ diye araştırdıklarını sanmıyoruz. Çünkü, bu zihniyet nakilcidir. Aynı ezberleri tekrarlar dururlar! Bu bakımdan Sol’un da pek farklı olmadığını belirtelim!
Ard niyetsiz soralım: Onlarca ayette, “Aklınızı çalıştırın artık. Ne zaman akledeceksiniz?” denilerek, Müslümanlar uyarıldığı hâlde, “Uydurulmuş Dinin”, ‘Müslümanlığın gereği’ olarak dayattıklarını, Kur’an’ı esas alarak sorgulayan var mı?
Yok! İşte bunun için, Hilâfet, Şeriat Devleti, İslâm Devleti gibi kurum ve kavramlar da, hiç sorgulanmadan, bin küsur yıllık ezberlere dayanılarak savunuluyor!
Sayın Hakkı Yılmaz’ın Karadeniz TV’deki, sayın Mustafa İslâmoğlu’nun Hilâl TV’deki ufuk açan dinî sohbetlerini keyifle dinliyor; Kur’an’ın aydınlığı ile aydınlanıyoruz. İndirilmiş dinin yerine ikâme edilen bu ‘Uydurulmuş Dinin’ hurafelerinden kurtulup, Kur’an’ın aydınlığı ile aydınlanan Müslümanların, Batı Emperyalizminin zulmünden ve sömürüsünden de kurtulacaklarına inanıyoruz.
Bu şuurdaki Müslümanların, Fatır Suresi 5 ve Lokman Suresi 33’teki, “Allah’la aldatanlara kanmayın” uyarısına da uyacakları muhakkaktır.
Ne yazık ki, Müslümanlığın özünü kavrayamamış, ‘Uydurulmuş Dinden’ beslenen, sözde İslâmcı Cihatçıların cinayetleri, barış dini olan Müslümanlığa dünyada itibar kaybettiriyor ve ne tuhaf bir çelişkidir ki, Müslümanlar da, bu sözde cihatçıları üzerlerine salarak, ülkelerinin kan gölüne dönüşmesine sebep olan emperyalist Avrupa ülkelerine sığınmayı, ‘Kurtuluşa Ermek’ olarak görüyorlar!
Selefî Cihatçılar Hilâfetle; Şeriat Devleti ya da İslâm Devleti ile Müslüman ülkelerin kurtulacaklarına inanıyorlar ve bu uğurda, Müslüman kanı dökmekten çekinmiyorlar! Afganistan, Afrika ülkeleri ve Irak’tan sonra, şimdi de Suriye’de, sözde İslâm Devleti kurmak adına Müslüman kanı dökülüyor; Müslümanlara olmadık zulüm yapılıyor!
Şunu hemen belirtelim ki, bütün ETNİK ve sözde, ‘İslâmcı’ organizasyonların arkasında, Emperyalizm ve Siyonizm vardır; ETNİK TERÖR ve sözde İslâmcı ‘mücahitler’ Emperyalizme ve Siyonizme hizmet etmektedirler.
Hilâfet, Şeriat ve İslâm Devleti meselesine gelecek olursak, önce Kur’an’dan bir ayeti, Bakara Suresi 124’ü hatırlatalım:
“Rabbi, ‘Ben seni insanlara önder yaparım’ demişti. İbrahim ‘Soyumdan da önderler yap’ deyince ‘Vaadim zalimleri kapsamaz’ buyurdu!”
Diyanet tefsirinde, ‘zalimleri kapsamaz’ buyruğu şöyle yorumlanmış: “İlke olarak, bütün insanlara, yalnız inanç ve yaşayış olarak DEĞERLİ ve ÜSTÜN olmaya lâyık olanların bunu hak edecekleri bildirilmektedir” (Diyanet tefsiri, Cilt I, s. 208).
Yani, Kutsal kitabımız, Emevî Hükümdarı Muaviye ile İslâm’a sokulan, ‘Babadan Oğula’ bir Hilâfet Kurumu öngörmüyor! Birincisi bu! İkincisi; Kur’an’ı Kerim birçok ayetinde “Şûrayı” yani “Danışmayı” ve “Seçimi” öngörmektedir!
Bakınız: Şûra Suresi 38 ve Âl-i İmrân Suresi 159!
Dört Halifenin seçimle geldiğini ve aslında Devlet Başkanı olduklarını da hatırlatalım!
Bu konuda İlâhiyatçı Hakkı Yılmaz’dan şunları not etmişiz: “İslâm dini bozulmaya başlayınca Devlet Başkanları ‘Allah’ın Halifesi’; ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ olarak gösterildi. Osmanlı sarayının kapısında da böyle yazılı! Hâlbuki, Hz. Peygamberden sonra Devlet başkanı seçilen Ebu Bekir’e ‘Muhammet’in halefi’; yani ‘Muhammed’den sonra gelen’ denilmişti. Ondan sonra gelen Ömer’e de ‘Peygamberin halefinin halefi’ denildi. Osman ve diğerlerinde de böyle denilirken sonra sadece, ‘Halife’ denilmeye başlandı! Halife kavramı zamanla, ‘Allah’ın Halifesi’, ‘Allah’ın Yeryüzündeki Vekili’ anlamında kullanılır oldu ki, kesinlikle Kur’ân’î değildir. Halife ve Hilâfet kavramları Kur’ân’a aykırıdır!”
Savak ve İngiliz istihbarat ajanları tarafından Fransa’da öldürülen Ali Şeriati’nin de, Hilâfet konusunda ezber bozan tespitleri var. Arnold Toynbee’nin, “Bir Hıristiyan olarak dinî bir sistemden yanayım, beri taraftan bir demokrat olarak lâik bir rejimi arzuluyorum. Bu tezat içimde, bana sürekli acı veren bir karmaşa, bir keşmekeşe sebep oluyor” şeklindeki yakınmasına, Ali Şeriati’nin şu muhteşem cevabına bakar mısınız:
“Hilâfet, sadece lâik hükümet olmamakla kalmaz, İslâmî bir hükümet bile değildir. Tam aksine, İslâmî renge bürünmüş cahilî ve ırkçı bir saltanat rejimidir hilâfet! Hilâfeti İslâm temeli üzerine bina etmediler; bilâkis İslâm’ı hilâfet temeli üzerine uydurdular! İslâm, onların saltanatını koruyan bir hilâfet kalkanı olmuştu. Ben ‘İslâmî Hükümet’ derken, bizzat Muhammed’in ve büyük ölçüde onun çizgisini devam ettiren ilk haleflerinden iki üç kişinin hükümetini kastediyorum. Senin ise, biraz duygularının da etkisinde kalarak ifade ettiğin düşüncelerin kaynağında, “İslâm Hükümeti” denince, Osmanlı İmparatorluğu’nu; ya da tarih bilgin biraz daha dakikse İspanya, Bağdat ve Suriye Hilâfetini hatırlaman yatmaktadır. Oysa bu rejimlere Müslüman aydınlar sizden daha fazla kin ve garez beslemektedir. Öncelikle dinî yönetimin ne olduğuna bakmalıyız. Dinî yönetim, siyasîlerin değil; din adamlarının siyasî ve resmî makamları işgal ettiği bir rejimdir. Başka bir ifadeyle dinî yönetim, din adamlarının millete hükmettiği bir rejimdir. İstibdat böyle bir yönetimin sonucudur. Zira, din adamı kendisini Allah’ın temsilcisi ve emirlerinin yeryüzündeki uygulayıcısı olarak görüyor. Böyle bir durumda ise halkın fikir beyan etme, eleştirme ve ona muhalefet etme hakkı yoktur. Dinî bir lider, din adamı ve âlim olması hasebiyle otomatikman kendisini lider olarak görüyor; halkın çoğunluğunun oyunu, onayını ve desteğini aldığı ve alması gerektiği hasebiyle değil! Dolayısıyla, hesap sorulmaz bir yöneticidir. İşte bu anlayış istibdat ve bireysel diktatörlüğün daniskasıdır. Daha da ötesi, muhalif bir kimseye ve diğer din mensuplarına hayat hakkı tanımaz! Onları Allah’ın gazabına uğramış, yolunu şaşırmış, necis, hak yolun düşmanı olarak telâkki eder. Dolayısıyla onlara reva görülen her türlü zulmü Allah’ın adaletinin tecellisi olarak düşünür. Kısacası dinî yönetim, papazların Ortaçağ’da kurduğu ve Victor Hugo’nun dikkatle ve dakik olarak tasvir ettiği bir yönetim biçimidir. Fakat İslâm’da böyle bir şey kesinlikle söz konusu bile değildir. Zira, İslâm toplumunda “Dinî hükümet görevlisi” diye bir kesim yoktur. “Ruhaniyet” (Clerge) diye bir kurum mevcut olmayıp, kimse “profesyonel din adamı” olmuyor. İslâm toplumunda bütün Müslümanlar Allah ile doğrudan temas halindedir. Dinî ilimleri tahsil etmek herhangi bir kesimin tekelinde değildir. Lüzumu kadar ilim tahsil etmek erkek kadın her Müslüman’a farzdır. Bu iş için resmen görevlendirilmiş özel şahıslar ya da özel bir sınıf yoktur. Bu nedenle resmî molla, resmî din adamı, resmî ruhaniyet, resmî vaiz, resmi müfessir, resmî aracı yoktur. Herkes hem Hâlık’la irtibatlıdır, hem kendi çapında bir düşünürdür, hem de amellerinden, inançlarından ve dininden sorumludur.”
Hadid Suresi ayet 27’de de, “Ruhban sınfının yasaklandığı” buyrulmaktadır! Görüldüğü gibi, dinimizde, bırakınız Hilâfeti, Halifeliği; din adamları sınıfı bile yok!
İlâhiyatçı Mustafa İslâmoğlu, “Fıtrata uygun olan, insanî olan her şey Kur’an’a da uygundur. İslâm Devletini savunmuyorum; insanîliği savunuyorum! Çünkü İnsanîlik İslâmîliktir! Kur’an’ı; indiği kültürün aklı ile sınırlamak, Kur’an’a zulümdür” diyor.
Evet, dinimiz bize Şeriat Devleti ya da İslâm Devleti buyurmuyor; dinimizin emri Adalet Devleti’dir! Kur’an’da adalet konusunda birçok ayet var. Meselâ, Nisa Suresi 58 “Emaneti ehline verin. Hükmettiğinizde adaletle hükmedin” diye buyurmaktadır.
Dinimiz bize ‘insan olun’; yani dürüst, vicdanlı, merhametli olun; çalışın, üretin, kazanın, paylaşın; hayırda yarışın diyor. Bunlar Allah’ın yolu olduğu gibi, aynı zamanda insanlığın da yoludur; yani temel insanlık değerleridir. Bu değerlerden habersiz olanların İslâmcılığı ve dindarlığı sadece kara mizahtır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678