Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

DERSİM II. KERBELÂ İMİŞ!

Önce şu ‘Tek Parti Dönemi Düşmanlığına’ gelelim. Sayın Başbakan, selefini aratmayacak şekilde, Tek Parti Düşmanlığını sürdürüyor. Siyasî rant hesapları yüzünden, Tek Parti konusunda sürdürdükleri polemikle, devleti tahrip ettiklerinin farkında değiller! Çünkü, Tek Parti; Devletti! Peki, bu düşmanlık niçin? Çünkü, Kur’ân’da yeri olmayan Halifeliğin kaldırılmasını bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Suç büyük!
Atatürk’ü sadece onlar mı sevmeyen? 1980’den önce sol kesim de Atatürk’ü, Sosyalist bir yönetim kurmadığı için eleştirirdi. Liberaller ise, derhâl çok partili sisteme geçilmemiş olmasını hâlâ daha eleştirir dururlar. Peki, bu eleştiriler gerçekçi miydi?
Önce Sosyalizme bakalım: Türkiye’de de Rusya benzeri bir yönetim kurulmasını arzulayan ve bunu yapmadığı için Atatürk’ü eleştirenlerin, hayal dünyasında yaşadıklarını söyleyebiliriz. Rusya’da Ekim Devrimi neye mal oldu? Ödenen bunca bedele değer miydi? Ne oldu neticede? 70 yıl sonra Rusya gümbür gümbür yıkıldı! Cumhuriyet hâlâ ayakta!
Cumhuriyeti kuran İnkılâpçı Kadro, hayalperest değildi. Ne Batı’yı ne Kuzey Komşumuz Rusya’yı taklit etmeye kalkmadılar. Atatürk’ün ekonomi siyasetini destekleyen Kadro Dergisi, şu gerçekçi anlayışı savunmaktaydı: “Millî Kurtuluş Hareketlerinin esası, sanayiyi ellerinde tutan metropol devletlerle, sömürge ve yarı sömürgeler arasındaki bağımlılığın ve çelişkinin tasfiyesidir. Bunlar ‘Sınıf Mücadelesinden’ ayrı ve ondan daha önemli bir çelişkiyi temsil etmektedir. Hâlbuki, komünist cephe bu hareketleri, sosyalizmin dünya hâkimiyeti yolundaki mücadelesinin bir yardımcısı olarak kabul etmektedir ki, bu doğru değildir” (Ş. Süreyya Aydemir, “Suyu Arayan Adam”, s. 482).
Gerçekten de, o yıllar için müthiş bir tespittir bu. Ne yazık ki, ülke şartlarını değerlendiremeyen, Kemalist Milliyetçiliğin bu ülke için önemini kavrayamayan hayalperest sol gruplar, daha Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, Batı kapitalizmine karşı iktisadî alanda yaşama kavgası verildiğini göz ardı ederek, siyaseti sınıf mücadelesi zemininde yapmak hatasına düşecekler; liberaller ise ülkenin içinde bulunduğu şartları göz ardı ederek, Batı’daki gibi bir Çok Partili Sistem yaygarası ile İç Cephe’de önemli gedikler açacaklardır.
Batılılaşmaya temkinli yaklaşan; Batılılaşmayı, “tarihsel Doğu-Batı karşıtlığının gizlenerek, Türk toplumunun kendi özünden uzaklaştırılması ve emperyalizme teslim edilmesi” olarak değerlendiren Kemal Tahir de, Türk toplumunun evriminde sınıf çatışması tezlerinin geçersiz olduğunu savunuyordu. Kemal Tahir bu düşünceleri yüzünden sol grupların ağır eleştirilerine mâruz kalmış fakat neticede haklılığı meydana çıkmıştır. Fakat ne yazık ki, çok büyük bedeller ödendikten sonra!
Anadolu İhtilâli ile bu Cumhuriyeti kuranlar en gerçekçi sentezi yaptılar. Ne Kuzey komşumuz Rusya’da uygulanan modele özendiler, ne de Cavit Bey gibi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi Liberal Ekonomi yanlılarını dinlediler; kendi millî sentezimiz olan Plânlı Karma Ekonomi siyasetini büyük bir başarı ile uyguladılar.
Çok Partili bir sistem kurmadığı için Atatürk’ü eleştirmeye kalkanlar önce, 1920’lerde ülkenin ne durumda olduğunu iyi araştırmalıdırlar. O dönemde en etkili siyasî güç, ülkenin harbe sokulmasının sorumlusu olan eski İttihatçılardı. Hatırlatırız ki, Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyetleri bile eski İttihatçıların kontrolünde kuruluşlardı. İstiklâl Harbi sırasında Enver Paşa ile irtibatlarını sürdüren eski İttihatçılar, Zaferden sonra da, 1924 yılı Kasım ayında kurulan; başına Kâzım Karabekir Paşa’nın getirildiği ve Atatürk’ün bütün muhaliflerinin saflarında yer aldığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda, Atatürk’le mücadeleye girişmişlerdir. Bu parti, Şeyh Sait İsyanı başlayınca kapatılmıştır. İngilizlerin tahriki ile, 11 Şubat 1925 tarihinde çıkan Şeyh Sait isyanı ancak Nisan ayında bastırılabilir. Mareşal Fevzi Çakmak’ın “İcap ederse eşkıyayı Londra’ya kadar takip edeceğiz” sözü Hükümetin bu konudaki kararlılığının ve İngiliz tahriklerinin farkında olduğunun kanıtıdır. Terakkiperver Fırka ile meydana çıkan ayrılık; Şeyh Sait İsyanı ve son olarak İttihatçıların son hamlesi olan Atatürk’e 1926’daki İzmir Suikastı teşebbüsünün İç Cephe’de yarattığı zaaflar sebebiyle Türkiye, Musul’dan da vazgeçmek zorunda kalacaktır. Hâlbuki, Atatürk’ün eski silâh arkadaşları, muhalefet etmek yerine, ülkenin birlik beraberliğe en fazla ihtiyacı olduğu o dönemde, Atatürk’ün yanında yer almış olsalardı her şey çok farklı olabilirdi. Ne yazık ki, ihtirasları ülke menfaatlerinin önüne geçmiştir.
Yavuz Bülent Bakiler de, bir yazısında, Atatürk’ün “Kâzım Karabekir Paşa, komutasındaki birliklerle Musul bölgesine girsin ve o toprakları İngiliz’e bırakmasın” anlayışında olduğunu belirtmektedir (Tercüman, 15.06.2004).
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hakkında, liberal görüşleri ile tanınan gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın, ‘o dönem hakkında bilgi sahibi olmadan fikir yürütenlere tarih dersi mahiyetinde’ önemli tespitleri var. Rauf Bey, kuracakları parti hakkında Yalman’ın görüşlerini öğrenmek istediğinde, Yalman “İttihatçılara karşı ne vaziyet alacaksınız?” diye sorar. Rauf Bey’in, “Onların politika tecrübeleri var, faydalanacağız!” cevabı üzerine, daha önce, ‘kurulacak partinin memlekette nâzım bir murakabe rolü oynayabileceği’ inancında olduğunu söyleyen Yalman, “Bu söylediğim sözleri geri alıyorum. Hoşnutsuz İttihatçılarla işbirliği edecek bir parti, vakarlı bir nâzım kuvvet hâlinde kalamayacaktır; ihtiraslara sürüklenecektir. Siz baştakiler ne yaparsanız yapın, iktidarı bir an evvel ele geçirmek hevesi ortalığa hâkim olacaktır” der (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 733).
Ahmet Emin Yalman’ın bu gerçekçi tespitleri de, Terakkiperver Fırka kurucularının nasıl bir siyasî körlük ve hırs içinde olduklarını göstermektedir. Yalman, aynı tespiti, daha sonraki yıllarda Serbest Fırka için, Fethi Okyar’a da yapacaktır.
Bugün ‘Tek Parti Diktatörlüğü’ diyerek, Atatürk’ü karalamaya kalkanlar önce o dönemi iyice öğrenmelidirler. O yıllarda kaç ülkede günümüzdeki anlamda demokrasi vardı? İspanya bir iç savaş yaşadı, iç savaşı kazanan Franko’nun diktatörlüğü 1975’e kadar sürdü! Portekiz’de 1932’de başlayan Salazar Diktatörlüğü 1974’e kadar sürdü! Rusya’da Stalin Diktatörlüğü geçerliydi. İtalya’da Mussolini faşizmi hâkimdi. Almanya’da Hitler Nazizmi iktidardaydı. Komşumuz Yunanistan’da General Metaksas, çeşitli darbe girişimlerinden sonra 1936’da iktidara gelir. Bu ülkede II. Dünya Harbi’nden sonra yaşanan iç savaşta 160 bin kişi hayatını kaybeder!
Evet, Atatürk Dönemi’ni ‘Diktatörlük’ olarak suçlayanlar, önce dünyaya bakmalıdırlar. Diğer taraftan devlette devamlılık esastır ve bu Cumhuriyetin kurucularına, bizzat devletin tepesinden yöneltilen saldırıların; PKK saldırılarından daha tehlikeli ve yıkıcı sonuçlar doğuracağı iyi bilinmelidir. Bu bakımdan Başbakanın, “Dersim katliamı II. Kerbelâ’dır” sözleri son derece talihsiz bir cümle olmuştur.
Ayrıca, Dersim Kerbelâ ise Yezid kim? Hüseyin kim?
Dersim harekâtından bugün siyasî kazanç sağlamak isteyenler var. Türklük düşmanlarına da gün doğdu. Ekranlarda her türlü yalan söyleniyor! Güya zehirli gazla insanlar öldürülmüş. Hâlbuki, o tarihte Türkiye’nin elinde zehirli gaz yok! ‘Katliam yapıldı’ diyorlar ve faturayı da Atatürk’e kesmek istiyorlar ki, asıl hedeflerinin bu devlet olduğu iyi bilinmelidir. Hâlbuki, katliam iddiaları olan 1938’deki II. Harekât başladığında Atatürk hastadır. O hâliyle, Hatay davası için güçlükle Mersin’e giderek, Fransa’ya bu davanın arkasında olduğunu ihtar etmiştir. Döndükten sonra bir daha da ayağa kalkamamıştır!
Dersim Harekâtı’nın faturasının Atatürk’e çıkarılmak istenmesi sebepsiz değildir. Yeni Cumhuriyet’in kurulması için eskisinin yıkılması zorunludur. Bunun için de Atatürk’ün yıpratılması gerekmektedir! Boşa konuşmuyoruz.. Başbakan Başdanışmanlığına atanan Etyen Mahçupyan “Önümüzdeki 8-10 yılda, bütün kurumsal yapısıyla Cumhuriyet yeniden kurulacak. Dolayısıyla benim danışmanlığıma bunun için ihtiyaç duyuldu” diyor!
Bu şartlar karşısında, en önemli meselemiz, bu ülkenin geleceği konusundaki kirli senaryoları bertaraf edecek Millî Bir İktidarın zorunluluğuna milletin inandırılmasıdır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678