Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

CUMHURİYET ‘REKLÂM ARASI’ İMİŞ !

İsmi lâzım değil, AKP Balıkesir milletvekili bir Hanımın densiz  bir mesajı düştü internete; ’90 yıllık Cumhuriyet reklâm arası imiş!’

Falih Rıfkı’nın, Cumhuriyetin takip etmesi gereken kalkınma siyaseti konusunda yaptığı çok hüzünlü bir tespit vardır: “Bilmiyorduk! Bir bilen ve öğreten de yoktu.  Mekteplerde okudukları veya okuttukları on dokuzuncu asır iktisat teorileri ile yeni devlete nasihat verenleri dinlesek, kollarımızı kavuşturup bir asır beklemeli idik” (“Çankaya”, s. 451, 544).  Falih Rıfkı’nın naklettiğine göre, Meclis’te bir de “üç beyaz” parolası revaç bulmuştur: “Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak! Ah bunda bir muvaffak olunsaydı! 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur. Doğru, eğri, eksik, tamam; fakat ‘Türk’ün yapamayacağı’ sabit fikrini yenmiştir” (“Çankaya”, s. 453)!
90 yıllık Cumhuriyeti ‘Reklâm Arası’ olarak niteleyen Hanım milletvekilinin inanıyoruz ki, bunlardan haberi bile yoktur.  Ne diyordu Falih Rıfkı? “Bilmiyorduk! Bir bilen ve öğreten de yoktu!” Ne yazık ki, Cumhuriyetle edindiğimiz onca tecrübeye rağmen, bu ülkenin Sağı ve Solu için bugün de aynı tespiti yapabiliriz: Bilmiyorlar!
Tarihimiz konusunda ne yazık ki, bilgi fukarasıyız. Ne dinimizi biliyoruz; ne Osmanlı Devleti hakkında doğru düzgün bir bilgiye sahibiz; ne Sultan Abdülhamid’i ve ne de Atatürk’ü yeterince tanıyoruz. Her siyaset kendi ezberini tekrarlayıp duruyor. Siyasette de, dinimizin yorumlanmasında da  nakilcilik hâkim! Abdülhamid’e ‘Kızıl Sultan’ etiketini yapıştıranlar İngilizlerdir. Neden? Çünkü Sultan Abdülhamid İngilizlerin taleplerine boyun eğmemiştir. Solun genel ezberi Abdülhamid karşıtlığına, İttihat ve Terakki Partisi hayranlığına dayanır. Sağ kesimin ezberi  ise bunun tersidir;  İttihat ve Terakki Partisi Sultan Abdülhamid’i devirdiği için İttihatçılara düşman; Sultan Abdülhamid’e ise hayrandırlar! Osmanlı hakkındaki bilgileri de sathîdir.
Tarihimizi, Allah’a şükür biraz biliriz ve Yahya Kemal’in dediği gibi “Kökü  mazide olan âtiyiz” düşüncesini  savunuruz. Fakat Osmanlı’nın bir Türk Devleti olarak kurulduğunu; ne var ki, Fatih Sultan Mehmet’le birlikte devlet yönetiminden Türklüğün dışlanarak, devşirmelerin yönetime hâkim olduklarını da aklımızda tutarız.
Bakınız, büyük tarihçilerimizden Prof. Faruk Sümer Osmanlı’yı nasıl değerlendiriyor: “Türk aslından olmayan Osmanlı yazarları, Anadolu Türklerine ve bilhassa köylülere Etrâk-ı bi-idrâk (Akılsız Türkler) demişlerdi. Fakat bu yazarlar ve bütün Osmanlı idarecileri, Anadolu Türklerinin devletin asıl dayanağını teşkil ettiklerini idrâk edememişlerdir.  Böylece Türk cemiyetine zaaf gelince Osmanlı Devleti de kudretini kaybetti. Osmanlı, son asırlara kadar Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla harcamış fakat ona hiçbir şey vermemiştir.  Anadolu halkı arasında idarecilere Osmanlı  adı veriliyordu. Bu adın verilmesi, mensuplarının saray ve ocaktan yetişmeleri ile kavmî bakımdan  Türk halkından çıkmamaları ile ilgilidir. Anadolu Türkleri bunlara âdeta yabancı ve istilâcı bir zümrenin mensupları gözü ile bakıyorlardı. Gerçekten de, XIX. Yüzyılda Anadolu’yu gezen Avrupalı  seyyahlar Anadolu Türklerinin yoksulluklarına rağmen asil ruhlu, namuslu insanlar olup, kötü idareciler elinde yoksul ve geri kalmış bir duruma düştüklerini yazarlar ki, bunun bir gerçek olduğu şüphesizdir” (“Oğuzlar-TÜRKMENLER”, s. 15).
Faruk Sümer, Anadolu halkının Osmanlı hakkındaki şu deyişine de yer verir: “Şalvarı Şaltağ Osmanlı- Eğeri kaltağ Osmanlı- Ekende yok, biçende yok- Yemede ortağ Osmanlı!”
Prof. Halil İnalcık ve Prof. İlber Ortaylı gibi dünya çapındaki tarihçilerimizin Osmanlı’nın Türklüğe karşı tavrı hakkındaki değerlendirmeleri de Faruk Sümer’den farklı değildir.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, azınlıkların ve diğer milletlerin bağımsızlık taleplerinin gündeme gelmesinden sonradır ki, Türklük de dile getirilmeye başlanır. Ahmet Cevdet Paşa bir lâyihasında, “Asıl kuvvetini Türklerden alan Osmanlı Devleti’nin bir Türk Devleti olduğu, Türklerin kadrinin diğer kavimlere nispetle daha büyük bilinmesi gerektiği ve Türkçenin bir bilim dili hâline getirilmesi” üzerinde durur. Sultan Abdülhamid de bu düşüncededir ve 1893 yılında şu değerlendirmeyi yapar: “Türk unsurunu kuvvetlendirmeğe dikkat etmeliyiz. Rumeli’nde ve bilhassa Anadolu’da Türk unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel de içimizdeki Kürtleri yoğurup kendimize mâl etmek şarttır” (Nurer Uğurlu, “II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri”,  s. 237).
Prof. Mehmet Genç’in belirttiğine göre de,  Abdülhamid döneminde, devletin bekası için öngörülen dört şarttan biri ‘Yönetimde ağırlığın Türklerde olmasıdır'(SKY TV, 31.7.2013).
1876 Anayasasının 18. maddesine “Devletin resmî dili Türkçedir”; 19. maddesine ise “Türkçe bilen herkes kendi yeteneklerine göre memuriyete girebilir” hükmünü koyduran da  Sultan Abdülhamid’dir!
Evet, Sultan Abdülhamid’in Türklüğe bakışı budur fakat şu çelişkiye bakınız ki, günümüzdeki Sultan Abdülhamid Han hayranları Türkçeyle ve Türklükle kavgalıdır!
Söyledik ya, Sağ kesim de, Sol kesim de ezberleri ile hareket ediyor; iki tarafın da, tarihî altyapısı çürük!
Şimdi gelelim şu Hanım milletvekilimizin zırvasına!
Neymiş efendim? ’90 yıllık Cumhuriyet reklâm arası imiş!’ Peki, “Reklâmlardan sonra nereden devam edeceksiniz?” Sevr’den mi? Yoksa Vahdettin’in Malaya zırhlısı ile tüymesinden mi?
 Cumhuriyeti yok sayıp, nereden devam edeceksiniz?
Cumhuriyet olmasaydı yoktunuz yok! Herkes aklını başına alsın!
 Sultan Abdülhamid, Almanların kolonyalist emellerine karşı tepkisini şöyle dile getirir: “Dedelerimizin pek çok fedakârlık yaparak elde ettikleri bu toprakları, Alman kolonilerine terk edebileceğimizi zannediyorlarsa aldanıyorlar. Anadolu yalnız bize aittir. Pek çok yerden itilip kakıldıktan sonra buraya yerleşen din kardeşlerimize bu son mercilerini muhafaza edeceğiz” (Nurer Uğurlu, age. s. 300)!
Sultan Abdülhamid’in  ‘Son Merci’ diye değerlendirdiği bu kutsal vatan topraklarını istilâdan kurtararak, üzerinde bu kutsal devleti kuran insanları kimi gafiller sevmeyebilir fakat her Türk vatandaşı o kutlu insanlara saygı duymak zorundadır. Çünkü bu kutsal vatanı o kutlu insanlara borçluyuz.
Mesele ne biliyor musunuz? Bir örnek verelim: Emlâk işi yapanlara yüksek tahsil mecburiyeti ve bir imtihana tâbi tutulmak şartı getirilecekmiş. Peki, milletvekili seçilecekler, tarihimiz konusunda niçin bir imtihana tâbi tutulmazlar. Bizim önerimiz ülkemizin itibarlı tarihçilerine böyle bir tarih kitabı hazırlatılıp, milletvekili olacaklara önceden dağıtılması ve bu kitaptan imtihana tabi tutulmalarıdır. Hiç olmazsa tarihimizi, Kadir Mısırlıoğlu gibi Türklük düşmanlarından değil, muteber tarihçilerden öğrenerek, böyle saçma sapan değerlendirmeler yapmazlar!
Atatürk’ün milletvekili seçileceklerde aradığı vasıfları biliyor musunuz? Millî Duruş, Medenî Cesaret ve Fikrî Kabiliyet!
 Dikkat ediniz! Önce Millî Duruş arıyor!

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678