Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BU SURİYE DÜŞMANLIĞI NEDENDİR? (4)

Atatürk’ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün vasiyetini yazdırdığı gün, harici siyasete temas ederek şu direktifi verdiğini belirtir: “Bizim şimdiye kadar izlediğimiz açık, dürüst ve barışçı politika memlekete çok yararlı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar. Gerçek ve hayatî zorunluluklar dışında bu politikamız devam eder gider” (Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”,  s. 718).

Neydi Atatürk’ün bu politikası? Balkan ve Sadabat Paktlarının daha da güçlendirilmesi; Rusya ile dostluğun sürdürülmesi; emperyalist devletlerle kesinlikle, ittifak ilişkisi içine girmemek!
Türkiye bu politikayı tizlikle sürdürmüş; hattâ, Atatürk’ün ölümünden birkaç ay önce, Almanya’nın yaptığı ittifak önerisi, “Türkiye tarafsız kalmalıdır, bir ittifak içine girmemelidir” diyerek geri çevrilmiştir!
Prof. Mehmet Gönlübol, Almanya’nın bu önerisi üzerine, Almanya’ya, “Türkiye’nin sadece komşusu bulunan Sovyetler Birliği, Fransa ve İtalya ile bu çeşit antlaşmalar yaptığını ve İngiltere ile dahi böyle bir antlaşması bulunmadığını söyleyerek, bu teklifin reddedildiğini” belirtmektedir (Mehmet Gönlübol, “Atatürk’ün Dış Politikası”,  s. 116)!
Türkiye’nin dış siyaseti, görüldüğü gibi, tüm dünyayla dostluk; Atatürk’ün deyimiyle, “Osmanlı’nın enkazı üzerinde kurulan  devletlerle” yakın işbirliği (Balkan ve  Sadabat Paktları) ve Batı’nın bizi, iki yüz yıl kapıştırdığı Rusya ile, karşılıklı çıkara ve güvene dayalı bir dostluk ilişkisiydi. Rusya ile ilişkimizin saygınlığına ilişkin bir örnek verelim:
Prof. Gönlübol’un belirttiğine göre, Sovyetlerin, bazı Türk mallarını ithal etmek istememeleri ve Türkiye’deki bazı şehirlerde (İstanbul, İzmir, Trabzon, Mersin, Erzurum, Konya, Kars ve Artvin) Ticaret Mümessilliği açmak istemeleri üzerine  anlaşmazlık çıkar. Yapılan görüşmeler sonunda, Ankara’da 11 Mart 1927’de bir Antlaşma imzalanır. Buna göre, Sovyetlerin Türkiye’den yapacağı ithalâta yıllık değer tahditleri konulur ve ayrıca Türkiye, Kars ve Artvin müstesna,  yukarıda adı geçen şehirlerde, Sovyet ticaret mümessilliğinin şubeler kurmasını ve bunların bazı diplomatik imtiyazlardan faydalanmalarını kabul eder. Buna karşılık Sovyetler, Türkiye’nin isteği üzerine üçüncü bir devlete gönderilecek malların gümrüğe tâbi olmadan taraf devletlerin ülkelerinden transit olarak geçmesini kabul etmiştir. Antlaşmaya konulan bu hüküm Batum limanının Türkiye tarafından kullanılması imkânını da sağlamaktaydı (Gönlübol, age. s. 74)!
Görüldüğü gibi, Türkiye-Rusya ilişkilerinde karşılıklı çıkar esası gözetilmektedir; aslâ bir vesayet ilişkisi söz konusu değildir.
Daha Atatürk’ün sağlığında, yeni bir Dünya Harbi’nin kopması her an bekleniyordu. Almanya bu savaşta, Türkiye’nin tarafsız kalmasını istiyordu. Alman Büyükelçisi von Papen, 27 Nisan 1939’da Dışişleri Bakanımız Şükrü Saraçoğlu’na şunu söylemişti: “Türkiye’nin tarafsız kalmasını kabul edebiliriz. Bu yüzden, Türkiye’ye askerî bakımdan yardım etmeye hazırız. Ancak Türkiye, tarafsızlıktan ayrılma politikası güderse, bu, fena sonuçlar doğurabilir” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s.1482)!
Ne var ki, Türkiye, Almanya’nın bu uyarısına aldırış etmeyecek;  12 Mayıs 1939’da, Türkiye-İngiltere deklârasyonu ilân edilecektir! 23 Haziran’da Fransa ile de bir deklârasyon yayınlanır. Almanya, buna tepki gösterir. Türkiye’ye açtığı krediyi keser, ağır top ve denizaltı gibi Türk siparişlerini durdurur.
İngiltere ve Fransa, 3 Eylül tarihinde, Polonya’yı işgal eden Almanya’ya harp ilân ederler. II. Dünya Harbi başlamıştır. Biz, tarafsızlığımızı sürdürmek yerine, Almanya’nın bütün uyarılarına rağmen,  19 Ekim 1939’da, Almanya ile savaşan İngiltere ve Fransa ile ittifak imzalarız!
Bizi, Batı’nın vesayetine sokan hazin maceramız işte böyle başlar! İngiltere ve Fransa ile yapılan bu ittifak yüzünden, Balkan ve Sadabat Paktları da bütün işlevini kaybetmiştir!
Türkiye’nin Batı ittifakına katılmasının sebebi hep, ‘Sovyet Tehditleri’ olarak açıklanmıştır. Bu kesinlikle doğru değildir. Çünkü, var olduğu iddia edilen Sovyet Tehditlerinin tarihi 1946’dır! Hâlbuki, İngiltere ve Fransa ile yaptığımız ittifakın tarihi 19 Ekim 1939’dur!
Peki, o zaman, İngiltere ve Fransa ile ittifak imzalanmasının sebebi nedir? Bize göre bunun sebebi, Tanzimat Döneminden beri süregelen İngiltere hayranlığıdır. Tanzimatçılara göre, ‘Rusya Düşman, İngiltere Dost ve Kurtarıcı’ idi! İttihatçılar da İngiliz taraftarıydılar. Hattâ. Rusya ile iyi geçinmeye önem veren ve İngiltere’ye hiç güvenmeyen II. Abdülhamid, İttihatçılar tarafından ‘Çar’ın Adamı’ olmakla suçlanmıştır! Abdülhamid’in bu son derece gerçekçi dış politikası, Atatürk ölene kadar başarı ile sürdürülmüştür. Fakat, Atatürk’ten sonra, Tanzimatçılık yeniden nüksetmiştir.
Almanya’dan bize yönelen en küçük bir tehdit söz konusu olmadığı hâlde, bu ülke ile savaşan İngiltere ve Fransa’yla bir ittifak imzalamak suretiyle, biz de, bu savaşta taraf hâline gelmiş olduk!
İngiltere ve Fransa ile ittifak imzalayarak, Almanya ile hasım durumuna gelmiş olmakla birlikte, biz II. Dünya Harbi’ne katılmadık. Fakat, tarafsızlık siyasetini terk etmemizin bedeli çok ağır olmuştur. Harp korkusuyla seferberlik ilân ettik. Büyük bir orduyu, 6 yıl süren harp boyunca beslemek zorunda kaldık. Yüz binlerce insan üretimden koparıldı. Harp boyunca büyük yokluklar çekildi. Nedense bunlardan hiç bahsedilmez.
Atatürk’ün değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, tarafsız kalsaydık neler kazanabileceğimizi şöyle sıralıyor: “Ticaret alanında halkımız teşvik edilecek, yiyecek, içecek,  giyecek olarak ne üretebilirse ve üretim ne kadar arttırılabilirse, tarafsız İsveç’in yaptığı gibi, fabrika kurulması ve altınla ödenmesi karşılığında, savaş içinde olanlar tarafından hepsi satın alınacaktı. Madenlerimiz de krom, bakır, her ne çıkarılabilirse onlar da aynı şekilde satılabilecekti. Zengin olacaktık. Milletlerarası ilişkilerde itibarımız artacaktı. Buna karşılık, İkinci Dünya Harbi’nde halkımız sıkıntılar içinde kaldı, iyi bir ekmek bile yiyemedi. Nihayet ‘müttefikimiz’ İngiltere, bize sormadan On İki Ada’yı Yunanistan’a verdi” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”,  s. 1490)!
İkinci Dünya Harbi’nin dışında kalmamız meselesini Falih Rıfkı Atay’ın bir tespiti ile noktalayalım! İki Dünya Harbini de yaşayan Falih Rıfkı Atay, bu konuda, “Bizim için Birinci Dünya Harbi’ne girmemek, İkinci Dünya Harbi’ne katılmamak kadar kolaydı” (“Çankaya”, s. 117)!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678