Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BİR FRANSIZ GAZETECİNİN HATIRALARI (1)

Şarl Mismer, Padişah Abdülaziz döneminde yayınlanan, devletin ilk resmî Fransızca gazetesini çıkaran bir Fransız gazetecisi. Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeki yerlere yaptığı seyahatlere ilişkin çok değerli gözlem ve tahlilleri var. Mismer’in, bundan 150 yıl önce yaptığı bu gözlem ve tahliller, günümüzde bile tam olarak anlaşılamayan birçok hadiseye ışık tutuyor. Cemal Kutay’ın “Bilinmeyen Tarihimiz” kitabından özetleyerek paylaşmak istedik. Okurlarımızın da ilgisi çekeceğini umuyoruz.
Şarl Mismer, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu Asya ve Afrika coğrafyasını gezmek ister. Âli Paşa’ya birçok defa başvurur. Fakat onay alamaz. Israrları sonunda, nihayet Âli Paşa’yı ikna eder ve seyahat iznini alır. Yıl 1868’dir. İlk olarak Konya’ya uğrar. Mismer’in, Konya ve o günün Anadolu coğrafyası hakkında verdiği bilgiler insanı hüzünlendiriyor. Mismer, bütün bölgenin çok yoğun ormanlarla kaplı olduğunu belirtmiş! Konya’nın sosyal dokusu konusunda da şu çok değerli tespiti yapmış:
“İstanbul’daki karışık ırk ve yaşayış kargaşalığı burada yoktu. Vakıa Ermeniler ve Rumlar oldukça çoktu. Fakat bunlar, sadece dinleri başka Türkler hâlinde idiler. Mahallî Meclislerde temsilcileri vardı. Tam emniyet ve hürriyet içindeydiler. Kiliselerinde serbestçe ibadet ediyorlardı. Diyebilirim ki, Türklerden daha zengin idiler. Başlıca ticaret ve sanat ellerindeydi.” (Cemal Kutay, “Bilinmeyen Tarihimiz”, s. 311).
Osmanlı İmparatorluğu tebaası olan Ermenilerin, Türklerle birlikte nasıl bir barış ve hürriyet ortamında yaşadıklarını bir Fransız gazetecisi böyle tespit ediyor. Bugün Kürt ayrılıkçılığını, başta Amerika olmak üzere nasıl emperyalist devletler teşvik ediyor ve destekliyorlarsa, bu devletler dün de, Ermenileri aynı şekilde kullanmışlardı.
Buna ilişkin çok önemli bir belge olarak, 1877-1878 Türk-Rus Harbi sırasında, Osmanlı Meclisi Mebusanındaki, Ermeni kökenli Erzurum milletvekili, Hamazap Efendi’nin yaptığı şu çok anlamlı konuşmayı da vermek isteriz: “Senelerden beri Rusya, Hıristiyanları korumak vesile ve hilesi ile meydana çıkmıştır. Giriştiği desiseler malûmdur. Fakat biz Hıristiyanlar, hâlimizden memnun olup, aslâ himayeye ihtiyacımız yoktur. Şu kadarını beyan edeyim ki, Ermeni, 500 seneden beri Osmanlı Devletinde, tam bir himaye görmüştür. Ben, Erzurum mebusu bir Ermeni’yim. Bundan 48 yıl önce (1828-1829 Osmanlı-Rus Harbi), bin türlü hile ile kandırılıp Rusya’ya göç ettirilen yüz bin Ermeni, orada hakikati gördükten sonra, tekrar Anavatana dönmek mecburiyetinde kaldılar. Ve burada yeniden, şefkat ve himaye görmüşlerdir. Ben Osmanlı Devleti denilen bir babanın evlâdıyım ki, şimdi bu Mecliste, ‘Millet Mebusluğu’ sıfatı ile şereflenmiş bulunuyorum. Şimdi Erzurum’da Ermeniler, Ermeni gençleri de Müslüman kardeşleri ile beraber, silâh elde taburlar teşkil etmekte ve müşterek düşmana karşı koymaktadırlar” (Şevket Süreyya Aydemir, “Enver Paşa”, Cilt, I, s. 79).
Türk-Rus Harbi’nde, bizimle birlikte vatan topraklarını savunan Ermeni vatandaşlarımızın bir bölümü, I. Dünya Harbi sırasında kurdukları çetelerle, ordumuzu arkadan vuracaktır! Ermeni tehcirinin sebebi de budur.
Şarl Mismer, Türk kültürünün geri kalışının en önemli nedenlerinden biri olan aydın-halk kopukluğunu da çok iyi gözlemiş. Bu konuda şu önemli tahlili yapmış: “Şu inanca vardım ki, Türkler, Araplar ve İranlıları harp meydanlarına yenmişlerdi. Onları idarelerine aldıkları zaman âdil ve haktanır siyaset takip etmişler; fakat ne Araplar ne İranlılar Türkleri gönülden sevmişler; hattâ aralarındaki din bağlantısı da tahmin edildiği kadar kuvvetli olamamıştı. Bu iki milletin de derinlere kadar inen edebiyatı ve kültürü vardı. Araplar ve İranlılar da bu varlıklarıyla Türklere tesir etmişler, onları bu sahalarda nüfûzları altına almışlardı. Meselâ İstanbul’da Türkçe-Arapça-Farsçanın karışımı olarak kullanılan Osmanlıcayı, Anadolu köylüsü anlamıyordu” (Cemal Kutay, age. s. 314).
Mismer Adana yolunda, Ermeni âsilerinin baskını olabileceği haberleri üzerine alınan emniyet tedbirlerine herkesin itirazsız uyduğunu görünce şu değerlendirmeyi yapar: “Burada bir daha anladım ki, bu Millet, yaratılışta askerdir ve disiplin onun vazgeçilmez meziyetidir.”
Toroslar’ın tek geçit verdiği yeri aşarken, Ermeni âsilerinin saldırısına uğrarlar. Geçide tedbirli girdikleri için, çatışma başlar. Tam bu sırada arkadan dolu dizgin gelen at sesleri duyulur. Gelenler Kürtlerdir. Ermeni âsiler, Kütlerin de geldiğini görünce kaçarlar. Mismer, Kürtler hakkındaki gözlemini şöyle anlatır: “Gelenlerin kıyafetlerine dikkat ettim. Giyiniş olarak da, çehre olarak da tam birer Türkmen idiler. Diyeceğim o ki, Kürtler İran kültür ve siyasî tesirinin altında kalmış Türkmenlerdir. Onların da Orta Asya’dan geldiklerine şüphe yoktur. Zannediyorum ki, daha önceden gelmişler, İranlıların kudretli zamanlarında istiklâllerini kaybetmiş ve İranlılaşmışlardır” (Cemal Kutay, age. s. 317).
Mismer Adana’da, burada çıkan olayları yatıştırmak için İstanbul’dan görevlendirilen ve kendisinin de hayranı olduğu büyük devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa ile karşılaşır. Buradaki çatışmaların sebebini ondan öğrenir ve bu konuda şu tahlili yapar: “Hadiseler, İstanbul’a eriştiğinden çok daha büyük ve kanlı idi. Burada Rus-İngiliz-Fransız nüfûzu çarpışıyordu. Üç devlet de, hem Ermenileri, hem Kürtleri tahrik ediyordu. Ermeniler önce Kürtleri ezmek, sonra Rus tahriki ile Türklere karşı gelip, Rumların Yunan istiklâlinde yaptıkları gibi, müstakil bir devlet kurmak davasında idiler. Kürtlerin tek davası, Ermenilere karşı korunmaları ve onlarla mücadelelerinde serbest bırakılmaları idi. Çok garip, hattâ hazin idi ki, Bâb-ı Âli, Kürtlerin Ermenileri sindirmelerine Garblı Devletlerin tesiriyle göz yumamıyordu. Cevdet Paşa’dan dinledim ki, karışıklıkların kaynağında kiliseler vardı ve yine Cevdet Paşa’dan dinlemesem, hatta belgelerini görmesem, inanmayacağım akıl almaz hakikat şuydu: Merzifon ve Tarsus’ta Kolejler açma imtiyazını yakınlarda elde eden Amerikan rahipleri de, Ermenilerin yanında idiler!”
Mismer, sonrasını şöyle anlatır: “Cevdet Paşa, olayları yatıştırdıktan sonra, iki tarafın temsilcileri ile bir toplantı yapar ve ortaya bir kantar getirterek, bunları ayrı ayrı kantara çıkartır. Sonra der ki: ‘Ağırlıklarınız ne olursa olsun, bu devlet terazisinde aynısınız. Hiçbirinizin birbirinden bir dirhem farkı yoktur.’ Müslüman Kürtleri Kur’an üzerine, Ermenileri de İncil üzerine yemin ettirerek, cinayetle suçlananlar dışındakileri serbest bırakır (“Bilinmeyen Tarihimiz”, s. 319).
Mismer, bu karışıklıklar hakkında, Cevdet Paşa’nın kendisine söylediği şu sözü not etmiş:
“Ermeniler, Rusların ve ötekilerin, Osmanlılar kadar âdil olamayacaklarını anlayıncaya kadar kargaşalık sürüp gidecektir.”

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678