Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BİLİNMESİ GEREKEN TARİHİ GERÇEKLERİMİZ (11)

Atatürk’ten sonra, devlet yönetiminde yeniden Tanzimatçı, yani, Batı karşısında kompleksli  bir ruhun hâkim olduğunu yazmıştık.  Şimdi, bunu biraz açalım:

1947 yılının Şubat ve Mart ayları Türkiye’nin Batı’ya yaklaşması sürecinde önemli tarihlerdir. Milletlerarası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’na giriş bu dönemde gerçekleşir. 11 Mart 1947’de IMF’ye üye olan Türkiye’nin, 12 Mart tarihinde, Truman doktrini kapsamına alınacağı tüm dünyaya duyurulur. Gazeteci Yalçın Doğan, o günlerdeki gafleti, “IMF Kıskacında Türkiye” isimli kitabında anlatmaktadır. IMF üyeliği ile ilgili kanun tasarısı TBMM Ticaret Komisyonu’nda görüşülürken, Hazine Genel Müdürü Sait Naci Elgin, konu üzerinde üç saat süre ile üyelere açıklama yapar. Bu izahatı dinleyen üyelerin tepkisi şudur:
“Siz iyi anlattınız, ama biz anlayamadık, bir kez daha anlatın!”
Tasarı TBMM’de görüşülürken, bir önceki yazımızda değindiğimiz, ‘Fransız temsilcisine, bizim için İktisadî Bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu’ anlatan, Ankara Üniversitesi İktisat Profesörü Yusuf Kemal Bey, şu ibretlik konuşmayı yapacaktır:
“..Ticaretin genişlemesine mâni olan şeylerin kaldırılmasını ikisi de (İngiltere ve Amerika) istiyor. Yani hep ticaret; ticaretin iyi yapılması!  Fakat bana sorarsanız, deseniz 44 devlet en zeki adamlarını göndermişler, bunu kabul etmişler, sen burada ne uğraşıp duruyorsun?’ Cevabım şudur: ‘Bu antlaşmalarla bağlanmada Türk Milletinin İstiklâli, Türk Milletinin Hürriyeti mevzuu bahistir.”
 Bu konuşmayı yapan Tengirşenk’in sözleşmeye karşı çıktığı sanılmasın.  Ona göre iki önemli nokta vardır. Biri ülkenin özgürlüğü, öteki kambiyo rejimi! Tengirşenk şöyle sürdürür konuşmasını: “Bence bu iki mühim noktanın ikisi itibarıyla mâni bir cihet yoktur (Bravo sesleri). Emniyetle, huzurla iltihak edebiliriz!”
Bir başka üye, Tokat milletvekili Nâzım Poroy söz alarak şunları söyler: “Zannederim ki, Meclisimizin ilk gününden beri, iki parti (CHP ve Demokrat Parti) arasında en tatlı müzakere bu olmuştur. Memlekette Bretton Woods mukaveleleri hakkında hiçbir esaslı bilgi yayınlanmamıştır. Ama, birkaç büyük devletin tesiriyle, nüfûzuyla yapılan bu mukavelelerin gayesi dünyanın iyiliğine, rahatına,  gelişmesine yöneliktir” (Emin Değer, “Oltadaki Balık Türkiye”, s.  227)!
İnanılır gibi değil, fakat gerçek o ki, Türkiye emperyalist sömürünün boyunduruğunu kendi elleri ile boğazına geçirmektedir!
1946 başlarında, CHP iktidarını ve Demokrat Parti muhalefetini heyecanlandıran ‘mesud bir hadise’ daha gerçekleşecektir. Amerikalıların en gözde harp gemisi, ünlü Missouri zırhlısı, Montrö’yü delerek İstanbul’u ziyaret eder. Bahanesi, bir yıl önce Amerika’da vefat eden Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin getirilmesidir! 5 Nisan’da büyük törenlerle karşılanan Missouri’nin gelişinden sonra, Büyük Millet Meclisi’nde ilginç konuşmalar yapılır. Ünlü hatip, eski Türk Ocakları Başkanı, Türk Milliyetçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver şu inanılmaz konuşmayı yapacaktır: “Milletler hâlâ yarına endişe ile bakıyorlar. Işık nereden geliyor? Bu ışığın bir menbaı var. Amerika’dan geliyor. Güven nereden geliyor? Amerika’dan geliyor!”
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Amerika’yı, bir ‘Hürriyet Havarisi, bir ‘Koruyucu Melek’ olarak alkışlamaktadır!
Milletvekili Muhittin Baha Pars ise şöyle konuşmaktadır: “Bugün bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosevelt’i ve onun halefi olan kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selâmlarım…” (Hikmet Bilâ, “CHP Tarihi”,   s. 156)!
Evet, daha bir yıl önce, Hiroşima ve Nagazaki’de, hiçbir suçu olmayan on binlerce sivil Japon’u Atom Bombası ile cehennem ateşinde kavuran, Tokyo’yu bombalayarak yüz binlerce sivil Japon’un ölümüne sebep olan  eli kanlı ABD, işte böyle yüceltilmekteydi! Bu gafilce sözler, aynı zamanda, ileride başımıza geleceklerin de habercisiydi! Ve ne gariptir ki, bu  milletvekilinin konuşması, 27 Nisan l898’de üstün ırk teorisine dayanarak, yayılmacı Amerikan hedeflerini açıklayan Amerikalı senatör Albert J. Beveridge’nin şu sözleriyle de örtüşmektedir: “Amerikan Cumhuriyeti tarihin en üstün ırkının kurduğu bir cumhuriyettir. Tanrı tarafından yönlendirilen bir devlettir. Bu cumhuriyetin liderleri de yalnızca devlet adamı değil, aynı zamanda Tanrı’nın peygamberleridir” (İsmail Vural, “Evanjelizm”, s. 119)! Amerikalıların ‘Seçilmiş ve Kutsanmış’ bir halk olduğu; dolayısıyla Tanrı tarafından ‘Vahşi ve İlkel’ milletlere uygarlık modeli oluşturmakla görevlendirildiğine inanan  bu meczuplar;  ‘dünyayı yönetmek için Tanrı’nın kendilerini özel olarak seçtiği’ gibi, fantastik  bir inanca sahiptiler;  kendilerinin, insanlar arasında apayrı bir tür olduğuna,  özel misyonları bulunduğuna inanıyorlardı! İşte bugün de, bu sözde misyon adına  bölgemizdedirler; bu coğrafyayı nasıl bir kan gölüne dönüştürdükleri meydandadır!
İşte biz bu Amerika ile müttefik olmuştuk! Amerika ittifakının gerekçesi de hazırdı: Sovyet tehditleri! Bu milleti, 50 yıl bu yalanla kandırdılar. ‘Sovyet Tehdidi’ denilen olayı kısaca hatırlatmak isteriz. Sovyetler Potsdam’da kararlaştırıldığı gibi, Montreux (Montrö) Sözleşmesi’nin öngörülen değişiklik isteme süresi geldiğinden, isteklerini resmî yazıya dökerler. 8 Ağustos 1946’da ilk Sovyet notası gelir. Sovyet notası, ‘bilinenin aksine’ sınır düzeltmesi, Kars ve Ardahan konularında bir şey demez! Boğaz rejiminin, 1921 Rus-Türk Antlaşması’nda öngörülen biçimde, Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlerce düzenlenmesini ve Boğazların ortak savunulmasını ister. Bu ilk notanın reddi üzerine, Sovyetler 24 Eylül 1946’da ikinci bir nota daha verirler; “Önerilerimizi kabul etmeseniz de, birlikte inceleyelim” demeye getiren bu Sovyet notasında, Türkiye’nin, Boğazları Angloamerikanlarla birlikte Rusya’ya karşı kullanması korkusu belirtilir (Doğan Avcıoğlu,  “Millî Kurtuluş Tarihi”,  s. 1577, 1581).
Görüldüğü gibi, Sovyetlerin bir toprak talebi söz konusu değildir. Fakat Türkiye kararını vermiştir; Milletlerarası Kapitalist Sistemle Bütünleşecektir! Nitekim, İsmet Paşa, Cumhurbaşkanlığının son günlerinde bir Amerikalı gazeteciye şunları söyleyecektir: “Eğer Rusya gelip de, aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu bir biçimde çözme teklifinde bulunsaydı bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmeye devam etmesine taraftardım” (Metin Aydoğan, “Bitmeyen Oyun”, s. 166)!
Diğer taraftan, Prof. Niyazi Berkes’in belirttiğine göre, “Truman’ın gönlünde yatan şey de, Boğazları askerden tecrit etmek ya da ‘Uluslararası Bölge’ yapmaktı. Fakat, Amerika’nın böyle bir tezi olduğu Türk halkına hiç duyurulmamıştır” (“Unutulan Yıllar”, s. 341)!
İsmet Paşa’nın meşhur sözüdür: “Büyük devletle dostluk ayıyla yatağa girmeğe benzer!”  Fakat, ne acıdır ki, bizi ayıyla yatağa sokan İsmet Paşa’nın bizzat kendisiydi!
 Asıl acı ve düşündürücü olan, Amerika ile müttefikliğin Türkiye’ye neler kaybettiği çok iyi bilindiği hâlde,  bugün bile,  aynı teslimiyetin devam etmekte olmasıdır! ./..

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678