Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

ATATÜRK’Ü ANLAMAK ZORUNDAYIZ!

ABD ve hempaları doymak bilmez iştahlarını tatmin için, demokrasi  makyajlı haydutlukları ile Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı ve şimdi de Suriye’yi tam bir kaosa sürüklediler. Ne  yazık ki, bu haydutluklara biz de  yardımcıyız! Sadece Irak’ta bir milyonun üzerinde masum insanın kanına girdiler. Bu devletlerin tarihleri yok edildi. Yüzlerce şehir harabeye döndü. Milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı!

Türkiye’nin de hedef ülke olduğunu hatırlatırız!
Bizi, Soğuk Harp boyunca; sözde Hürriyet ve Demokrasi  Mücadelelerinde  kullandılar! Tümamiral Beyazıt Karataş’ın Ulusal Kanaldaki bir programda ifade ettiği gibi, “1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından itibaren, Amerika artık bizim müttefikimiz filân değil! 1991’de Sovyetler dağıldıktan sonra da, NATO’nun sakıncalı üyesiyiz!”
Ne var ki, Batı hayranı olarak yetiştirilen aydınlarımız, hâlâ daha, Batı ile yaşadığımız bu haysiyetsiz ilişkileri, çağdaşlaşmanın bir gereği olarak kabul ediyorlar! Batı’nın emperyalist yüzünü bilen ve gerçeğin farkında olanların büyük bir çoğunluğu ise, ya statülerini korumak; ya da Batı’nın vesayetinin yok edilemeyeceğine inandıkları için, bütün insanlık değerlerine ihanet etmek pahasına susuyorlar!
Türkiye, Batı ile kurulan bu vesayet ilişkilerinden kurtulamadığı için  adım adım, bir felakete doğru sürükleniyor! Suriye ile dostluk ilişkileri içinde olduğumuz  günlerde, aramızdaki sınırların bile kalkacağını beklerken, AKP iktidarının, hiç beklenmedik ve aslâ izah edilemeyecek bir düşmanlık siyasetini uygulamaya başlaması,  işte bu bağımlılık ilişkilerinin bir neticesidir. Bugün eğer Suriye’nin kuzeyinde Kantonal bir yapı oluşmuşsa; ‘Büyük Kürdistan’ bu kadar şiddetle telâffuz edilebiyorsa; sebebi budur!
Büyük   Kürdistan sadece bizim için değil, İran, Irak ve Suriye için de tehdit. Bu durumda doğal olarak  bu devletlerle işbirliği yapmamız gerekmez mi? Fakat ne tuhaftır ki,   iktidarın da; Parlamentodaki Muhalefetin de gözdesi, bölgemizi kendi çıkarlarına göre dizayn etmekte kararı olan Batılı ‘dostlar’! Suruç’ta patlayan bomba; Batı ile kurulan bağımlılık ilişkilerinin doğal bir sonucudur ve sonuncu da olmayacaktır!
İran’ın Batı’ya karşı nasıl bir dik duruş içinde olduğunu; millî çıkarlarını nasıl titizlikle koruduğunu görüyorsunuz. Nükleer Faaliyetlerin sürdürülmesi konusunda yapılan sıkı pazarlıkla  Batı‘yı dize getirmeyi başardılar!
Türkiye, Batı’nın vesayetinden kurtularak, her alanda millî bir siyaset takip etmediği sürece, Millî bütünlüğünü koruyamaz. Ne yazık ki, iktidar da,  Parlamento içindeki muhalefet de, Amerika’dan bağımsız bir siyaset  izleyecekleri umudu vermiyor ve ne yazık ki, zihin kontrolü altındaki milletimiz de bu gerçeği bir türlü göremiyor.
Batı’ya ve içimizdeki Batıcılara rağmen, Batı’nın bu vesayetinden kurtulmamızın mümkün olmadığına inananlara,Türkiye’nin, 1918’in çok daha ağır şartlarına rağmen bunu başarmış olduğunu hatırlatırız! Yeter ki, inanç ve kararlılık olsun; bugün de başarabiliriz. Fakat bunun için önce, bu vatana mensubiyet duygusu güçlü olan herkesin, 1930’ların bağımsızlıkçı ruhunu iyice anlayarak benimsemeleri ve bu ruha sahip kadroların önderliğindeki bir siyasî teşkilâtın saflarında, mücadeleye katılmaları gerekiyor.
Kutsal kitabımız, ‘Zanla değil, Bilgi ile hareket etmemizi öğütlüyor! Özellikle muhafazakâr vatandaşlarımız, Atatürk hakkındaki önyargılarını aşarak, ‘sözde dinî gerekçelerle’ Atatürk’e karşı çıkmaktan artık vazgeçmelidirler. Bu gerekçeler, Kur’an’î bile değildir. Meselâ, Atatürk’e; Halifeliği kaldırdığı için kızarlar. Hâlbuki, Kur’an’da babadan oğula geçen bir iktidara icazet yoktur.  Kur’an meşvereti öğütler!
 Ne dinimizi doğru dürüst biliyoruz ne de Atatürk’ü tanıyoruz! Atatürk aleyhindeki yaygın kanaatin oluşmasında, Türkiye’nin Atatürk’ü, yeniden rehber edinmesinden ödleri kopan Batılı ‘dostlarımızın’ büyük gayretleri olduğunu biliyoruz. Alman Orta Doğu uzmanı Kurt Ziemke’nin, 1930’da yayınlanan Die Neue Turkei adlı kitabındaki, şu sözlerini hatırlatırız: “İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken, diğer yandan da Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır.Yapılması gereken, Kemalist Cumhuriyet’in hem din düşmanı hem de Kürt düşmanı olduğunu gündeme getirip işlemektir” (Cengiz Özakıncı, “Yeni Osmanlı Tuzağı”, s. 354).
Emperyalizm ne yazık ki, bunu başarmıştır.
Atatürkçü, Milliyetçi, Muhafazakâr diye tanımlanan iktidarların Batı karşısındaki acizliklerine; Müslüman ülkelere düzenlenen Haçlı Saldırılarında kimlerin yanında olduklarına bakınız ve Atatürk’ün Türkiye’siyle kıyaslayınız. Müslüman ülkelerle en sıcak ilişkileri Atatürk kurmuştur. 8 Temmuz 1937’de kurulan Sadabat Paktı bunun en somut örneğidir.
Atatürk’ün, Filistin konusunda 1937 yılında yaptığı uyarıyı bir kez daha hatırlatalım: Hindistan’da yayınlanan 27 Şubat 1937 tarihli Bombay Chronick gazetesi, “Filistin’e el sürülemez! Kemal Paşa Avrupa’ya ihtar ediyor! Türkler mukaddes topraklarda yabancı hâkimiyetine tahammül etmeyeceklerdir”başlığı ile, Atatürk’ün bu uyarısını manşetten vermiş. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın 20.08.1937 tarih, 5476/7/1 K sayı ile Başvekâlet yüksek makamına gönderilen tercüme metinden anlaşıldığına göre, Atatürk şu çok önemli tespitleri yapmış: “Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip, bu sözde istiklâl kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları şayanı teessüftür.  Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu  kimse bizim kadar bilemez.  Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için, İslâmiyet’in mukaddes yerlerinin Musevî’lerin ve Hıristiyanların nüfûzunun altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet’e lakayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Hazreti Peygamberin son arzusunu yani mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız!”
 Altemur Kılıç’ın belirttiğine göre, bu belge Matbuat Umum Müdürlüğü antetini taşımakta ve aslı Ankara’da Millî Arşiv’de 030 10 266 793 25 numaralı dosyada saklı tutulmaktadır (Yeniçağ, 3.02.2009).
Ne yazık ki, sadece muhafazakâr vatandaşlarımız değil, ‘Atatürkçüyüm’ diyenler de, Atatürk’ü tanımamaktadırlar! Atatürk’ün bu ihtarına rağmen, 1948 yılında, İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke olmamız hazindir.
İslâmiyet’i Namaz ve Oruç gibi ritüellere endeksleyenler şunu iyi bilsinler ki, Namaz ve Oruç Müslümanlıktan önce de vardı. Bu bakımdan, İslâmiyet’in nasıl bir toplum düzeninde indiği ve hangi değerleri aşıladığı iyi bilinmelidir. Tabiî bunun için de, önce Peygamberimizin hayatını, verdiği mücadeleyi bilmek ve düzgün bir Türkçe Meal okumak gerekir. Bunları iyi bilirsek, Cumhuriyeti kuran kadroların, başta Atatürk olmak üzere, bu değerlerin toplumda kök salması için nasıl bir gayret içinde olduklarını da anlarız. Onların bütün faaliyetleri ‘Salih Amel’di. Gecelerini gündüzlerine kattılar ve  halka hizmet ettiler. Küplerini doldurmadılar.
Bunları bilmezsek, emperyalizmin, içimizdeki işbirlikçilerinin, din istismarcılarının ve ‘Allah’la aldatanların’  elinde oyuncak oluruz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678