Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

1 KASIM ÖNEMLİ BİR FIRSATTIR!

Dağlıca’daki ve Iğdır’daki menfur saldırı yüreklerimizi dağladı. Cumhurbaşkanımız o gece katıldığı bir televizyon programında şu inanılmaz açıklamayı yaptı: “400 milletvekili verilseydi, bunlar olmazdı!”
Milletimiz herhâlde, 1 Kasım’da, ‘gerekeni’ yapacaktır!
Yaşadığımız dış destekli bölücü terörün sürmesinde, siyasetçilerin olduğu kadar gayri millî aydınların da payı büyüktür. Peki, bu niçin böyledir? Çünkü, Türk aydını Milliyetçilikten, Millî Devlet’ten nefret ettirilmiştir. Bu, Batı’nın önemli bir başarısıdır. Peki, nasıl başardılar bunu? Türkiye, II. Dünya Harbi’nden sonra Batı’ya iltihak edince; siyaset millî rotasını kaybetmiştir. Bu sayede, zaten Tanzimat’tan bu yana, Batı’nın açtığı sömürge okullarında, Batı hayranı olarak yetişen aydınlarımızı, millî çizgiden uzaklaştırmak daha da kolaylaşmıştır. Amerika Yeşil Kuşak’la, dini kontrol altına aldıktan başka, milliyetçiliğin takip edeceği yönü de belirlemiştir. Atatürk’ün antiemperyalist milliyetçiliği, bu süreç içinde antikomünist bir milliyetçiliğe dönüştürülmüş; Milliyetçiliğin temel sloganı ‘Esir Türkleri kurtarmak’ olmuştur. Hâlbuki, asıl Anadolu Türklüğünü Amerika’nın ve Avrupa’nın vesayetinden kurtarmak gerekmekteydi!
Bugün bile, kimse şu sorgulamayı yapmamaktadır: “Eğer Türkiye Batı ittifakı içinde yer almasaydı; Rusya ile Atatürk dönemindeki dostluk ilişkilerimiz sürdürülseydi; Rusya sınırları içinde yaşayan Türk soydaşlarımız bundan olumlu etkilenmezler miydi? Bulgaristan’la o sorunlar yaşanır mıydı? PKK diye bir sorunumuz olur muydu?”
Tabiî bu sorgulamayı yapabilmek için önce, Atatürk’ten sonra neler yaşadığımızı güvenilir kaynaklardan öğrenmek gerekir.
Başta NATO olmak üzere, Batı’lı Müttefiklerimizle ilişkilerimizi sorgulamadıkça bu terörün bitmesi mümkün değildir. Ne yazık ki, bugün, bunu yapabilecek bir siyasî irade ortada yoktur.
Bugün, kendilerini ‘Sol’ olarak tanımlayan kesimler inatla, ABD emperyalizminin taşeronu PKK’ya olan desteklerini sürdürmektedirler. Günümüzdeki solun, antiemperyalist geleneğini terk ettiği, dahası emperyalizmin kontrolüne girdiği görülüyor. 12 Eylül öncesindeki solun popüler isimlerinden Nabi Yağcı’nın, Radikal gazetesinde, Neşe Düzel’le bir mülâkatındaki şu sözleri, bu kontrolün hazin bir örneğidir: “Sol milliyetçi olamaz. Antiemperyalizm söylemiyle milliyetçilik yapıyorlar. Koca profesörler ‘AB bizi sömürecek’ diyor, utanıyorum!”
Yıllar önce Prof. Ahmet Taner Kışlalı’dan da şunları not etmişiz: “TRT, Kemalizm’in, Batılılaşmanın, İslâmcılığın tartışılacağı ‘Türk Düşünce Hayatı’ isimli bir programa danışman olarak Murat Belge’yi seçmiş! Murat Belge kimdir? En büyük Kemalizm düşmanlarından biri!” Bu zat kendini şöyle tanımlıyor: “Yozgat’ta yaşamak istemezdim. Erzurum’da yaşamak istemezdim. Ama Floransa’da, Barselona’da yaşayabilirdim. İstanbul benim için anlamlı. Bunu çok genişletmeye kalktın mı, yani Kars’a kadar benim vatanım falan diye.. Ve tabiî bunu temsil eden Türk bayrağı, İstiklâl Marşı v.b. şeyler aslında bir ideoloji olarak insana empoze ediliyor” (A.Taner Kışlalı, Cumhuriyet, 13.3.1998)!
Bunlarla yetinmeyen Murat Belge, “Dine ihtiyaç duysaydım, Hıristiyanlığı seçerdim” diyor (Yeniçağ, 7.3.2007)!
Ne acıdır ki, Türk Milleti ile hiçbir ortak noktası olmayan bu tip insanlar işbirlikçi medyada, ‘aydın’ diye pazarlanmakta ve devlet katında da itibar görmektedirler! Bu tiplerin ‘Muhafazakâr’ AKP iktidarında baş tacı edilmeleri izaha muhtaçtır.
Bu millet, kendi değerlerine düşman, Murat Belge gibilerin peşinden gider mi? Gitmez! Peki, kimin peşinden gider? Tabiî ki, din istismarcılarının! Niçin? Çünkü onları kendinden sanıyor! Aydınlar gayri millî olunca millet ne yapsın?
Yaşadıklarımız karşısında insan ister istemez soruyor: “Nasıl bir ülke burası? Sanki Devlet Devlete karşı!”
1850’lerde, İngiltere Büyük Elçisi. alacağı cevaptan emin bir eda ile Fuat Paşa’ya “Dünyanın en güçlü devleti kimdir?” diye sorar. Fuat Paşa hiç duraksamadan cevap verir “Tabiî ki biziz!..” Büyükelçi şaşkınlık içinde “Nasıl olur?” der… Fuat Paşa bu kez şu cevabı verir: “Sizin gibi güçlü bir ülke dışarıdan, biz içerden bu kadar uğraşmaya rağmen hâlâ yıkılmadığına göre, tabiî ki en güçlü devlet biziz!”
Günümüz için de aynı durum geçerli değil mi? Atatürk’ün kurduğu Millî Devlet yapımızın, bütün sorunların kaynağı olduğuna inanan bir hükümet başımızdadır ve ne yazık ki, devşirilmiş aydınlar da bu inançtadır!
Artık polislerimiz, ceplerinde vasiyetleri ile görev yapmaktadırlar. Ne diyordu Dargeçit’te şehit düşen polisimiz? “Hiçbir hükümet temsilcisi cenazeme gelmesin! Devlet uyuduğu için biz öldük!” İşte görüyoruz, Açılım Sürecinde PKK’nın yolları nasıl mayınlarla döşediğini; şehirleri cephaneliğe çevirdiğini! Devletimiz gerçekten de uyuyormuş!
Yaşadıklarımız bir trajedidir. PKK’yı bin defa yok edecek güce sahip olan bir devlete sahibiz fakat bu devleti millî amaçlar doğrultusunda işletecek bir irade yok!
IMC kanalında dinlediğimiz İHV Başkanı bayan profesörümüze göre, Türkler, Kürtlerle birlikte yaşama hoşgörüsüne sahip değilmiş! İnsaf! Dünyada, bütün etnik kökenlerin bu kadar iç içe ve eşit haklara sahip olarak yaşadığı başka bir ülke var mıdır? Bir tuhaf mesele de, İHV gibi kurumların, bugüne kadar, haksızlığa uğrayan hiçbir Türk’ün yanında görülmemesidir!
IMC gibi bazı televizyon kanallarını hayretler içinde seyrediyoruz. Yaptıkları terör örgütünün sözcülüğünden farksız! Askere ve polise itibar kaybettirme gayreti içinde oldukları açıkça görülüyor. Nefret kusuyorlar! Düşmanlık tohumları ekiyorlar. Allah bunlara izan versin!
AKP iktidarının, terör örgütü ile müzakere başlatması çok vahim bir hataydı. Dünyanın başka bir ülkesinde, bu kadar hata yapan bir parti iktidarda kalamaz. AKP iktidarı, milletten, en azından özür bile dilemek ihtiyacı hissetmiyor! Hatırlayın Oslo görüşmelerindeki diyalogları; “Beğenmediğiniz vali komutan varsa bize bildirin” sözlerini!
Cizre’yi terör örgütünden temizleyen Jandarma Komutanı Cemal Temizöz’ün başına neler geldiğini hatırlayın! CIA Türkiye Uzmanı Henri Barkey’in, şu itirafını da unutmayın:
“İktidar ile anlaşarak TSK’yı kafesledik!”
Ergenekon ve Balyoz’la Millî Ordu’ya indirilen darbeleri hatırlayın! Ve daha da vahimi, Suriye’ye düşmanlık siyasetinin sonucu olarak, güneyimizde artık bir Suriye Devleti yok! Komşularımız IŞİD ve PKK! Bu durum PKK’nın gücüne güç kattı.
Bugünlere işte böyle gelindi.
Peki, ne yapmalı?
1 Kasım seçimleri tarihî bir fırsattır. Muhalefet partilerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor. AKP’nin, iktidarda kalmak için nasıl, canhıraş bir gayret içinde yaptığı transferleri görüyorsunuz! Muhalefet partileri de, milleti bölen bu iktidardan ülkeyi kurtarmak için bir şeyler yapmalıdır.
Meselâ, CHP artık ulusalcıları ‘bağaj yükü’ olarak görmekten vazgeçmeli, Prof. Süheyl Batum gibi isimlere kucak açmalı; Vatan Partisi ile işbirliği yapmalıdır. Sinan Oğan gibi bir ismi ihraç eden MHP de, millete karşı sorumluluğunu hatırlayarak, başta sayın Saadettin Tantan olmak üzere saygın milliyetçi isimleri partiye davet etmeli ve Büyük Birlik Partisi ile bir seçim ittifakını düşünmelidir. Yoksa tarihimizin en büyük kaosu kapıdadır!
Bir Uyarı! Milli öfke kabarmalı fakat asla taşmamalı.
Herkesi sağduyuya davet ediyoruz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678