Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

RUSYA DÜŞMANLIĞININ ARKASINDA BATI VAR! (1)

Milliyet’te yazan AKP milletvekili sayın Cemil Ertem, Rusya’yla, 1853-2016  sürecindeki ilişkilerimize değindiği 22 Aralık tarihli yazısında özetle, şu önemli tespiti yapmış: “1853 yılında; Kırım Savaşı’nın başladığı bu önemli tarihte, Britanya Osmanlı İmparatorluğu’na giderek artan oranda ihracat yapıyor ve bu ihracatın en az üçte ikisi İstanbul dahil Karadeniz üzerinden gerçekleşiyordu. Bundan dolayı İstanbul ve  özellikle Çanakkale boğazları önemli ticarî geçişlerdi. O zaman da, bütün Batı basını Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının yakınlaşmasının çok tehlikeli olacağını ve boğaz geçişlerinin İngiltere denetiminde olması gerektiğini yazıyorlardı. Kırım savaşı bunun savaşıdır. O  zaman İngiltere ve Fransa Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında duruyor gibi yapmıştı. (…) Ancak şimdi durum farklı; Türkiye 1853’teki Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha güçlü ve avantajlı. Rusya ise Batı’nın 1853’te onu düşürdüğü tuzağa düşmeyecek kadar olan bitenin farkında. (…) Şimdi eğer, Türkiye-Rusya, Doğu Avrupa’dan Kafkasya’ya kadar olan asgarî müştereklerde anlaşırlarsa, bu, 21. yüzyılın en büyük ticarî ve ekonomik entegrasyonlarından biri olur. İşte Rus Büyükelçiye yapılan suikastın arkasında tam da bu vardır.”

Evet; Kırım Harbi’ne bizi Batı sürüklemiş ve Osmanlıyı malî iflâsa götürecek ilk borçlanma da, bu harbin masraflarını karşılamak için yapılmıştı! Sayın Ertem  yazısında, İngiltere’nin, “Boğaz geçişlerinin İngiltere denetiminde olması gerektiği” arzusundan da söz etmiş. Hâlbuki, tarih kitaplarımızda hep, Rusların Boğazlarda gözü olduğu yazılıdır ve iki yüz yıldır anlatılan masal da budur! Bu bakımdan,  bir iktidar  milletvekilinin bunları söylemesini önemli bulduğumuzu belirtmeliyiz. Çünkü, sağ kesim bugüne kadar Rusya’ya hep, Soğuk Harp döneminde, Amerika’nın zihinlere yerleştirdiği önyargıların etkisi altında  bakmıştır. Bu önyargılar yeni yeni kırılmaktadır fakat hâlâ oldukça güçlüdür. Nitekim, geçtiğimiz günlerde, Ulusal Kanal’daki bir programda, Rusya ile ilişkilerimiz gündeme geldiğinde, eski MHP milletvekili  Nazif Okumuş’un, ‘Rusların Akdeniz’e inme heveslerini’; eski AKP milletvekili Emin Şirin’in, bir Soğuk Harp yalanı olan, ‘Rusların Kars, Ardahan konusundaki taleplerini’ hatırlatmalarına şahit olmuştuk.
Rusya’yla yakınlaşmamızı tepki ile karşılayanları dörde ayırabiliriz.
1.   Batı  emperyalizmini tanımayan Batı hayranları.
2. Soğuk Harp dönemindeki, Amerika’nın antikomünist politikalarının etkisinden henüz kurtulamayanlar.
 3. Batı’nın içimizdeki görevlileri olarak, ‘Rusya’yla yakınlaşmamızın sakıncaları’ konusunda, ‘algı mühendisliği’ yapanlar.
4. Bugüne kadar çizdiği zikzaklar sebebiyle, haklı olarak,  bu iktidara hiç güvenemeyenler! Bunlar, ‘iktidar yarın yeniden Batı’ya yaslanabilir’ diyerek, Rusya ile yakınlaşmamızı samimî bulmadıklarını belirtiyorlar.
 İktidar Rusya’ya yaklaşmakta samimîdir ya da değildir; bunu zaman gösterecektir. Fakat şu bilinmelidir ki, bu doğru bir politikadır. Rusya ile yakınlaşmamız bizim için bir beka meselesidir. Batı DEAŞ’la, PKK’yla ve FETÖ’yle bize saldırıyor. Fakat bir kesim inatla ve halka rağmen Batı’yı savunmayı sürdürüyor! Şimdi bakınız; Kıbrıs görüşmeleri yapılıyor. Batı; Kıbrıs’tan vazgeçmemizi istiyor!  Eğer Atatürk’ten sonra Rusya ile dostluk ilişkisini bozmamış olsaydık, bugün Kıbrıs davasında, arkamızda kapı gibi bir Rusya olmaz mıydı? Batı ittifakı bize ne kazandırdı? Düşünün!
 Siz bakmayın, Türk-Rus yakınlaşmasını, “Amerika’nın kucağından kalkıp, Rusya’nın kucağına mı oturacağız”  diye eleştirenlere; bir ‘Rus emperyalizminden’ söz edenlere;  Rusya  da bizim gibi, Batı’nın asimetrik saldırısına muhatap bir ülkedir. Rusya hangi Finans-Kapital imkânlarıyla emperyalist bir politika takip edecek? Bu iki devletin millî menfaatleri birlikte hareket etmeleri zorunlu kılmaktadır.  Nitekim, Atatürk ölene kadar da bu böyle olmuştur.  Fakat biz, Atatürk’ten sonra  Rusya’yı düşman; bizi yok etmekte kararlı Batı’yı dost belleyen bir politika takip ettik ki, bugünkü perişan hâlimizin sebebi de budur. Bakmayın ‘Uygar dünyadan kopuyoruz’ diyenlere; bugün, Rusya’yla dostluktan öte bir işbirliğine gitmemiz, bizim için hayatî önemdedir.
Güzel bir Arap atasözü vardır: “El tekrarı  Ahsen, vel tekrarı yüz seksen!”
“Tekrar güzeldir; yüz seksen kere bile olsa” anlamına geliyor.
Tarihimiz konusunda müthiş bir bilgi kirliliği yaşıyoruz ve bu da toplumumuzu istedikleri yönde  şekillendirmek isteyen algı mühendislerinin işlerini kolaylaştırıyor. Bunun için, günümüzde de etkileri devam eden bazı tarihî gerçekleri tekrar tekrar hatırlatmak çok önemli. Bu bakımdan, Rusya  ile, tarihi süreç içindeki ilişkilerimiz çok iyi bilinmelidir. 1833 yılında, Rusya ile imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması önemlidir. Padişah II. Mahmut, bu antlaşmayla, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya karşı, Rusya’nın desteğini sağlamıştı. Tabiî, İngiltere ve Fransa bundan oldukça rahatsız olmuşlardı. Nitekim, önce 1838 yılında, bize, ekonomimizi perişan eden bir Serbest Ticaret antlaşması imzalatmayı başaran İngiltere, daha sonra da, bizi Kırım Harbi’ne sürükleyecektir. Birçokları, Kırım Harbi’nde, İngiltere ve Fransa’nın bize yardım ettiklerini sanırlar. Buna inanan Jön Türk Dr. Abdullah Cevdet Batı hayranı olarak şunları yazmıştır: “Bazılarımız Avrupalıların bizi hiçbir vakit sevemeyeceklerini, daima düşman olacaklarını iddia edip duruyorlar. Düşünmüyorlar ki, daha yarım asır evvel bu adamlar bizi Kırım muharebesinde ölümden kurtardılar.” Fakat Dr. Abdullah Cevdet, yine yarım asır evvel, Batı’yı kendisinden çok daha iyi tanıyan Fransız Devlet Adamı ve edebiyatçısı Lamartin’in, “Kırım’da Türklerin, Hıristiyan uygarlığını savunmak için öldüklerini” yazdığını bilmiyordu!
Dr. Abdullah Cevdet, şanlı Çanakkale savunmamız için de, “Çanakkale’deki direnişimiz aslında, bize medeniyet getirecek olanlara karşı bir direnişti”  diyecektir!
 Bugün birçoklarının, ezberci bir  anlayışla, ‘Kızıl Sultan’ olarak vasıflandırdıkları Sultan Abdülhamid, Sadrazam Mithat Paşa’yla komutanların macera hevesleri ve ulemanın cahilliği  yüzünden  girdiğimiz Rus Harbi’nin o ağır yıkımından edindiği tecrübe ile, İngiltere’ye hiç güvenilmemesi gerektiğini görmüş ve  Rusya ile dostluğun önemini anlamıştı. İngiltere hayranı olan  Jön Türklerin bu yüzden Sultan  Abdülhamid’e, ‘Çar’ın Adamı’ dediklerini biliyoruz.  Abdülhamid’in bu politikasını, ondan sonra en iyi kavrayan ve başarı ile sürdüren, Cumhuriyetimizin büyük kurucusu Atatürk’tür. Atatürk, Batı’nın tasallutuna karşı sırtımızı ancak Doğu’ya dayayabileceğimizi biliyordu. Nitekim 1934’te kurduğu Balkan Paktı ve 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabat Paktı’nın amacı Emperyalist Batı’yı bu coğrafyadan uzak tutmaktı. Rusya ile kurduğu değerli dostluğun amacı da buydu. Atatürk,  İstiklâl Harbi’nde bize en büyük yardımları  yapan Rusya’ya karşı  duyduğu dostluk duygularının bir nişanesi olarak, Taksim Meydanındaki Zafer Anıtı’na iki Sovyet generalinin masklarını koydurmuştur. Atatürk’ün hemen arkasında yer alan bu Rus generallerinden biri, Rusya’nın ilk Türkiye Büyükelçisi, Kızılordu generali Aralof, diğeri General Firunze’dir.
Ne var ki,  Atatürk’ün ölümünden sonra devletimize hâkim olan Tanzimatçı zihniyet, bu güzelim ülkeyi Batı’nın yörüngesine sokmuş ve bu vahim yanlış yüzünden, bin yıl söz sahibi olduğu bu coğrafya emperyalist devletlerin elinde oyuncak olmuştur. Hâlbuki,  “Emperyalizm bizi affeder mi? Yüz yıllık emeğinin ürünü Sevr’i ve Üçlü Anlaşma’yı tarihe gömdük. Hevesi kursağında kaldı. Affetmez! Bizi yine uyutmak, istediklerini yaptırmak isteyecektir. Onun için gözümüzü daima dört açmalı ve çok çalışmalıyız. Tarihimizi iyi bilmeli, bağımsızlık bilincini güçlendirmeliyiz”  diyen Atatürk,  “Osmanlı’nın enkazı üzerinde kurulan devletlerin kaderleri birdir. Bu devletler aralarında birlikler manzumesi oluşturmalıdır” uyarısıyla takip etmemiz gereken siyaseti de açıkça belirlemişti. Buna rağmen, Batı emperyalizmi ile ‘dost’ olduk!
Kendisi de, CHP gibi, “Küçük Amerika” olmak hayali içinde olan Başbakan Menderes, ‘Amerika’ya bağımlılığın ülke bütünlüğü için tehlikesini gördükten sonradır ki’, Rusya ile de ilişki kurmaya karar vermişti. 27 Mayıs Askerî Darbesi ile iktidardan indirilerek idam edilen Menderes, 1960 yılı Temmuz ayında Moskova’ya gidecek ve büyük bir ticaret antlaşması imzalayacaktı. Amerika buna izin vermemiştir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678