Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

NASIL BU HÂLE GELDİK? (5)

Milliyetçi Suriye rejimi ile, yıllarca ilişkilerimizin bozuk olmasının temel sebebi,  Atatürk’ten sonra NATO’ya girerek ve Bağdat Paktı ile, Batı’nın çıkarlarının savunuculuğunu üstlenmiş olmamızdır. Suriye 1980’li yıllarda, PKK’yı desteklemekle suçlanmış fakat her nedense, Atatürk’ten sonra, bin yıl Türk yönetiminde bulunan bu ülkeye karşı takip ettiğimiz düşmanca siyaset üzerinde durulmamıştır! Öcalan, yıllarca Suriye’de yaşamıştır; doğrudur. Fakat, Türkiye Sadabat Paktı ruhunu sürdürerek, Atatürk’ten sonra Batı ittifakı içinde yer almasaydı; NATO’ya girilmeseydi; bin yıl bir arada yaşamış iki kardeş millet olarak ticarî, iktisadî, kültürel  ilişkilerini geliştirme yolunda arzulu olsaydı hiç bu durumlar yaşanır mıydı?

Türkiye, Atatürk’ten sonra, Batı’nın çıkarlarına hizmet eden bir siyaset takip etmiştir. 12 Eylül darbesinin ardından Suriye’de, Müslüman Kardeşlerin örgütlenmesine destek verdiğimiz ve bu desteğin 1982’de yaşanan İslâmcı ayaklanmanın gerçekleşmesinde etkili olduğu iddialarını da hatırlatalım!
Basınımızda zaman zaman, Suriye’nin Hatay hakkında beslediği hayaller dile getirilir! Peki, Suriye Hatay’ı bizden koparacak güce sahip midir? Suriye düşmanlığını, Suriye’nin Hatay konusundaki hayallerini dile getirerek kızıştıranlar, neden Arz-ı Mevud üzerinde hiç durmazlar? Neden Amerika, İsrail, AB ve Suudî Arabistan’ın Büyük Kürdistan hayalleri hiç dillendirilmez?  Hangisi bizim için daha tehlikelidir?
Dün, Suriye’nin baş belâsı Müslüman Kardeşlere destek verdik; bugün de, Suriye’deki meşrû Esat yönetimine isyan eden Batı’nın himayesindeki isyancı güçlere destek veriyoruz! O zaman Suriye’yi, PKK’yı desteklediği için nasıl suçlayabiliriz?
Türkiye’nin Suriye’ye karşı takip ettiği düşmanca siyaset bugüne has bir şey değildir. Bu düşmanca siyasetin kökleri Bağdat Paktı dönemine kadar uzanır. Haydar Tunçkanat, Atatürk’ten sonra takip edilen gayrimillî  siyasete şu eleştirileri yöneltiyor: “II. Dünya Harbi’nden sonra, emperyalizm ve sömürü karşısında, mazlûm milletlerde gelişip, kuvvetlenmeye başlayan milliyetçilik hareketlerinden ve Atatürk’ün başlatıp zaferle sonuçlandırdığı Kurtuluş Savaşımızın, bu ülkelerde örnek alındığından habersiz görünerek, Orta Doğu’daki İngiliz emperyalizminin devamı için, İngilizlerle ve onların yönettikleri kukla hükümetlerle işbirliğine hazırlanıyorlardı! Türkiye, Emperyalist Blokla işbirliğine girerek, mazlûm milletlere sırtını dönerken, Mısır Hükümeti, Türkiye, İngiltere, Fransa ve ABD’nin 13 Ekim 1951 tarihinde kendisine eşit haklarla (NATO’ya) kurucu üye olabileceği yolunda yapılan bir teklifi reddedecektir” (“İkili Antlaşmaların İçyüzü”,  s. 160)!
Düşünebiliyor musunuz? Bizim, üye olmak için can attığımız NATO’ya üyelik teklifini, Nâsır elinin tersiyle itmişti! Peki, niçin? Çünkü Nâsır NATO’nun emperyalist amaçlarının farkındaydı! Bize gelince; CHP de, Demokratlar da emperyalistlere teslim  olmaya hazırdı!
Atatürk Devrimleri, Arap Baas hareketini ve bu hareketin lideri olan Mısır Devlet Başkanı Nâsır’ı da etkilemişti. Baas hareketinin altı ilkesi, bir yerde altı oku çağrıştırmaktaydı. Nâsır’ın Askerî Akademide, Atatürk’ün hayatını okuduğu ve Kahire’deki Türk temsilcilerinden, Atatürk hakkında kitaplar istediği bilinmektedir.
 Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi” isimli değerli eserinde, Bağdat Paktı hakkında şu bilgiyi veriyor: “İngiltere’nin Irak’ta zaten askerî üsleri vardı. Üsleri kullanma süresi 1956 yılında bitecekti. Bağdat Paktı yoluyla, üssünü elinde tutmaya istekli olan İngiltere, 4 Nisan 1955’de pakta  katılır ve liderliği üstlenir. Ürdün de pakta katıldığı takdirde, Ortadoğu’daki İngiliz nüfuzu sürdürülebilecektir. Ama, Ürdün kralı tahtını yitirme korkusuyla pakta katılmaz. Menderes Şam ve Lübnan’a giderek, bu anlaşmaya katılmalarını ister. Şam ve Halep’te Menderes’e karşı gösteriler olur. Lübnan ve Suriye pakta katılmayı reddederler. Menderes Suriye’yi savaşla tehdit eder (Avcıoğlu, age. s. 1635, 1636)!
Hâlbuki, bu Arap ülkelerinde Türkiye, çok büyük bir itibara sahipti.  Adnan Menderes’in Beyrut ziyaretinde, Beyrut halkı, ellerinde Türk bayrakları ile sokaklara dökülür. Menderes’in içinde bulunduğu otomobil, halkın sevgi gösterisi yüzünden güçlükle ilerler. Fakat Menderes’in, Bağdat Paktı’na katılmaları için Suriye ve Lübnan’a yaptığı baskılar, Türkiye’nin itibarını yerle bir eder! Menderes’in bu seyahatine ilişkin o inanılmaz  görüntüleri bir TV kanalında   hayretle seyretmiştik.
O günleri bizzat yaşayan Cihat Baban, bu konuda şu bilgiyi veriyor: “Menderes, o tarihlerde Bağdat Paktı’nın pazarlıkları içindeydi.  Bazı Arap memleketlerini bir türlü pakta girmeye ikna edemiyordu. Lübnan ve Ürdün,  Pakt’ın dışında kalmayı tercih ediyorlardı. Menderes ise Ortadoğu’da, bu Pakt’ın imzalanmasını, İngiltere ve Amerika nezdinde kendi prestijini yükseltme bakımından lüzumlu görüyor, küçük devletler onun ısrarlı talepleri karşısında mukavemet ettikçe sinirleniyor, küçük devletleri Pakt’a girmemeye tahrik eden Mısır’a ve Nâsır’a ateş püskürüyordu. Roma Büyükelçiliğimizdeki bir resepsiyonda, Suriye Büyükelçisi’ne, hiç de diplomatik olmayan şu sözleri söyler: ‘Sus!…Efendilerine söyle, iki tümenle o Suriye’ye girer, altınızı üstünüze getiririm. Bak şunlara be!’”
Menderes’in bu çıkışından sonra, Suriye’nin Pakta dahil olması ümitleri iyice kaybolur ( Cihat Baban, “Politika Galerisi”, s. 169).
Gazeteci Lütfü Akdoğan da bunu doğrulamakta; 1956 yılında Suriye Devlet Başkanı ile yaptığı bir mülakâtta, Suriye Devlet Başkanı’nın, ‘Adnan Menderes’in kendilerine Bağdat Paktı’na girmeleri için baskı yaptığını, Fransız mandası altında çok çektiklerini, bu yüzden bir emperyalist devletle ittifaka girmelerinin mümkün olmadığını Menderes’e bildirmeleri üzerine, Menderes’in kendilerini, Suriye’yi işgal etmekle tehdit ettiğini söylediğini’ belirtmektedir (Ulusal TV, Temmuz 2012)!
Bağdat Paktı’na katılmayı reddeden Suriye, Moskova’dan 140 milyon proje kredisi alınca, Amerika tarafından, Eisonhower Doktrini gereğince, ‘Dolaylı Saldırı’ tanımlaması kapsamında değerlendirilir ve ‘Milletlerarası komünizmin kontrolüne girdiği’ ilân edilir! Türkiye, 1957 yılında tekrar Suriye sınırına asker yığar.
Menderes’in, Eylül 1957’de Suriye’ye müdahalesi beklenir! Suriye bu tehditler karşısında Mısır’la birleşir. Menderes bu birleşmeye, ‘Suriye Rusya’nın eline geçti’ diye bakar! Arap Birliği yolundaki bu önemli adım, CIA’nın organize ettiği, Suudî Arabistan ve Ürdün’ün desteklediği bir darbe ile 29 Eylül 1961’de son bulur. Irak’ın da Arap Birliği’ne katılması, petrol şirketlerinin entrikaları ile engellenir. Türkiye, yeni Suriye yönetimini hemen tanır. Bu Nâsır’ı daha da kızdırır (Avcıoğlu, age.  s. 1642).
Suriye Bağdat Paktı’na katılmayınca, Türkiye, Suriye sınırına mayın döşer! Bu kardeş ülke ile düşmanca ilişkiler daha da pekişir!
2016 yılına gelindiğinde, Suriye sınırımızı 3 metre yüksekliğinde duvarla örüyoruz! Batı’nın vesayetinde gelinen yer işte burasıdır!
Suriye’yi suçlamayı alışkanlık edinenlere bizim de, sütten çıkmış ak kaşık olmadığımızı hatırlatmak isteriz.
Bugün karşı karşıya olduğumuz bütün sorunların ana kaynağı Batı ittifakı içinde yer almamızdır. Bu sorunlardan kurtulmamızın yegâne yolu Rusya, İran, Irak ve Suriye ile dostluk ilişkilerini güçlendirmektir. Ne var ki, bu Batıcı siyasîlerle bu mümkün görünmüyor.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678