Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

MENDERES’İ KİM ASTIRDI?

17 Eylül 1961 tarihimizde kara bir lekedir. Bilindiği gibi,  bu tarihte, Demokrat Parti iktidarının Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan asılarak idam edilmişlerdi. Kanal 24 televizyonunda, bu idamların ve 27 Mayıs’ın tartışıldığı bir programda, Prof. Mazhar Dağı’nın şu ürkütücü sözlerine tanık olduk: “Menderes’i asanlara karşı kinimizi ve öfkemizi sürdürmeliyiz!”

 Anlaşılan o ki, birçokları gibi, sayın Dağı da Menderes ve arkadaşlarının asılmalarından Ordumuzu sorumlu tutuyor. Demek ki, kinlerinin öznesi ordumuz! Böylelikle, Amerika’nın çarklarına hizmet ettiklerinin farkında bile değiller. Demek ki, yaşadıklarımızdan hiçbir şey  öğrenilememiş!
Menderes ve arkadaşlarını Ordumuzun astırdığını sananlar yanılmaktadırlar. Çünkü,  NATO’ya girmemizi takiben, ülkemizde de, NATO’nun Gladyo (Kontrgerilla) teşkilâtının kurulmasından  sonra,  her şey Amerika’nın kontrolünde gelişmiştir!
Uzun zamandır, bütün darbelerin arkasında Amerika’nın olduğuna inananlardanız. Geçenlerde CNN Türk televizyonundaki bir programda, emekli Albay Hasan Attilâ  Uğur da, “Bazı arkadaşlarım, bana kızacaklar ama, 27 Mayıs dahil, bütün askerî darbelerin arkasında Amerika vardır” diye konuşmuştu.
Ülkemizdeki Amerika vesayetinin temelleri 1939’da, İngiltere ve Fransa ile  imzalanan Üçlü İttifak ve Amerika ile, ilki, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalanan İkili Anlaşmalarla ve NATO üyeliği ile atılmıştır.  Menderes de, bir önceki iktidarın Amerikancı politikalarını sürdürmüş fakat, Amerika’nın, devalüasyon isteklerine, IMF politikalarına  uzun  süre direnmiştir. Fakat sonunda, 4 Ağustos l958’de kararlarıyla, 2.80 TL olan doları 9 liraya yükseltmek zorunda kalmıştır. Bu devalüasyon kararından sonra, ABD, yardımın ucunu göstermiş fakat Ankara’daki AİD yardım heyeti, Kamu Sanayi Yatırımlarına kaynak tahsisine izin vermemiştir! Taahhüt edilen dış yardımların işleyişindeki aksaklıklar sebebiyle, Başbakan Menderes ile Ankara’daki AİD Heyeti Başkanı arasındaki sürtüşme açık çatışmaya dönüşmüş ve Mart 1959’da, Başbakan Menderes, AID yardım Heyeti Başkanını odasından kovarak; Türkiye’yi terk etmesini istemiş; bundan sonra da, kaynak arayışlarını Sovyetler Birliği’ne çevirmiştir. 27 Mayıs darbesi olmasaydı, Temmuz ayında bir ticaret anlaşması imzalamak üzere Rusya’ya gidecekti. NATO üyeliğimizin ve İkili Anlaşmaların sağladığı imkânlarla, bütün hücrelerimize kadar sızan Amerika böyle bir şeye izin verir miydi?  Nitekim vermemiştir!
Diğer taraftan, 27 Mayıs sonrasında ve hattâ günümüzde bile, Adnan Menderes’in Sovyetler Birliği’ne bu yaklaşımından basınımızda hiç söz edilmemesi gerçekten enteresandır. Bu konuda âdeta bir karartma uygulandığını söyleyebiliriz.
1959 yılı sonlarında, Adnan Menderes’le birlikte Amerika seyahatine katılan, Vatan gazetesi yazarlarından Orhan Karaveli’nin şahit olduğu bir hadise de, Amerika’nın Menderes’i gözden çıkardığını göstermektedir. Kredi temaslarında bulunmak için ABD’ye giden Başbakan Adnan Menderes’i, ABD Dışişleri Bakanı ofisine davet eder. Menderes; Washington Büyükelçimiz Suat Hayri Ürgüplü ve Orhan Karaveli ile Dışişleri Ofisine gider. Randevu saatinin üzerinden 50 dakika geçmesine rağmen, Türkiye Başbakanı kabul edilmemektedir. Başbakan Menderes sıkıntıdan terlemekte ve bir mendille durmadan terini silmektedir. Karaveli dayanamaz ve büyükelçimize, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının bu kadar bekletilmesinin büyük saygısızlık olduğunu söyler. Ürgüplü, yazılmaması kaydıyla, kulağına şunları fısıldar: “Amerika Menderes’i sildi” (Ceviz Kabuğu  Programı, 12.6.2009)!
 ABD’nin bu tavrı sebepsiz değildir çünkü Menderes’in artık, Sovyetler Birliği’ne bakışı değişmiştir!Dönemin önemli siyasî dergisi olan Kim dergisinde, Sadun Tanju’nun yazdığına göre, Menderes Gazeteciler Cemiyeti’nde, “Çin ve Rusya ABD’yi geçecek. Zira ABD tüketimci, ötekiler yatırımcı” diye konuşur!  Bunun üzerine ABD basınında sert eleştiriler çıkar. 8 Mayıs 1960 tarihli New York Times “Menderes, politikasını değiştirmediği takdirde olayların nasıl gelişeceği bilinmez” diye yazar!
Aynı New York Times’da, 27 Mayıs Darbesinden hemen sonra, 5 Haziran 1960’ta, Dışişleri Bakanı Sarper şu sözlerle övülür: “Selim Sarper, gerek NATO’nun gerekse ABD’nin eski bir dostudur. Dışişleri Bakanlığı’na Sarper’in getirilmesi, Türkiye’deki darbenin Pakistan’dakinin benzeri; Mısır, Irak ve Küba’dakinin karşıtı olduğunu göstermiştir” (Doğan Avcıoğlu,”Millî Kurtuluş Tarihi”,  s. 1617)!
Sarper’i Bakanlığa Amerika’nın getirdiğini hatırlatalım! 27 Mayıs’ın ilk Dışişleri Bakanı Amiral Fahri Korutük’tü. Ancak, 6 saat içinde değiştirilerek yerine Sarper getirilmiştir!
Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, Selim Sarper, NATO toplantısından dönüşte, 19 Kasım 1961’de gazetecilere şöyle konuşur: “Şimdiye kadar, Rusya’dan yapılmasını istediğimiz herhangi bir yardım isteğimiz bulunmadığı gibi, bundan sonra da böyle bir istekte bulunmaya niyetli olmadığımızı söyleyebilirim!”
Amerika’ya bundan açık bir bağlılık mesajı verilebilir mi?  Türkiye hizaya sokulmuştur! 1957 yılında, Moskova ile bir kredi anlaşması imzalayan Suriye’nin de, ABD tarafından kara listeye alındığını hatırlatalım! Yunan Başbakanı Papandreu’nun yaşadıkları da ‘ilginçtir!’ Papandreu Şubat 1965’te Moskova’ya gideceğini açıklar. Washington’un görüşlerini yansıtmakla tanınan Kathimerini gazetesi şu tehdidi savurur: “Başbakan gidersin, alelâde vatandaş olarak dönersin!” Yunanistan’da darbe olur ve Papandreu   iktidardan düşer (Avcıoğlu, age. s. 1623)!
27 Mayıs darbesini yapanlar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı yargılatıp, idama mahkûm ettirdiler. 12 Mart Yönetimi de üç solcu genci asmıştı! Sağdan ve soldan üçer idam! Peki, bu idamları ABD isteseydi önleyemez miydi? Yoksa idamlar ABD’nin işine mi geliyordu? “Niçin?” diyecek olursanız cevabı çok basit: Türk Milletini ortadan ikiye bölmek, askere itibar kaybettirmek, istikrarsızlığı pekiştirmek ve Türkiye’yi daha kolay kontrol etmek için!
Cihat Baban’ın bildirdiğine göre, idamlara karşı olan Devlet Başkanı Cemal Gürsel, Yassıada’dan idam kararı çıkmaması için Mahkeme Başkanı Salim Başol’la görüşeceğini Cihat Baban’a bildirir ve bu görüşme Floya’da gerçekleşir. İsmet Paşa da idamlara karşıdır. Fakat buna rağmen idamlar gerçekleşir (Cihat Baban, “Politika Galerisi”, s. 261)!
Açıklanan Nikson dönemi zabıtlarını okuyan, gazeteci Müyesser Uğur da, bize şu çok önemli bilgiyi veriyor: ABD Başkanı Nikson,  Süleyman Demirel’e, ‘Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi için’  baskı yapmış (Arslan Bulut,Yeniçağ, 10.03.2009)!
Batı’nın kirli ve kanlı  oyunlarını bozup, bu coğrafyada ve bu kutsal vatan topraklarında barışı ve huzuru sağlayabilmek için, yapmamız gereken, önce emperyalizmi tanımak ve tarihimizi doğru kaynaklardan öğrenmektir. Günümüzdeki yapay siyasî ayrılıkların temelini teşkil eden II. Abdülhamid Dönemi, İttihat ve Terakki Partisi, II. Meşrutiyet olayı ve I. Dünya Harbi’ne girişimiz; ezberlerimiz bir kenara bırakılarak yeniden araştırılmalıdır. Bu yapıldığında; İttihatçıların batırdığı imparatorluğun enkazı üzerinde, Atatürk’ün eşsiz dehası sayesinde kurulan bu Cumhuriyetin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bugünlerde buna şiddetle ihtiyacımız var.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678