Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

KOMPLOLAR GÜÇLÜ MİLLÎ DEVLETLE ÖNLENİR

Tek Parti’ydi, diktatörlüktü’ denilerek küçümsenen Atatürk dönemi Türkiye’si, Rusya ile dostluğa büyük önem vermiş; Balkan ve Sadabat Paktlarını kurarak bütün komşularıyla dostluk ilişkileri geliştirmiş, millî sanayimizin temellerini atmış Tam Bağımsız bir ülkeydi. Ülkede iç huzur sağlanmıştı ve ülke, bugün, birçoklarımızın hayal bile edemeyeceği bir ahlâk ve adalet anlayışıyla yönetilmekteydi. Ne var ki, Atatürk Dönemi’ni acımasızca eleştirenlerin kör olası önyargıları bunu görmelerine engeldir.
Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’da, o dönemi anlatan şu satırlarını okurken içimizi hep hüzün kaplar: “Bilmiyorduk! Bir bilen ve öğreten de yoktu. Mekteplerde okudukları veya okuttukları on dokuzuncu asır iktisat teorileri ile yeni devlete nasihat verenleri dinlesek, kollarımızı kavuşturup bir asır beklemeli idik. ‘Devlet demiryolu yapamaz. Kitapta yeri yok’ sesleri geliyordu. Demiryolunu imtiyazlı yabancı şirketler yapmalı idi…”
Ülke şartlarını ve emperyalist devletlerin bu topraklar üzerindeki emellerini değerlendirmekten aciz, hayalperestlikleri ile bize bir imparatorluk kaybettiren Batı hayranı aydınlarımız ise, henüz daha milletleşememiş bu ülkede, İngiltere’de bile olmayan bir liberal ekonomiyi ve Batı tipi bir demokrasiyi savunmaktaydılar! Aydınlarımızın bu ruh hâli, Türkiye’deki menfaatlerini kaybedecekleri endişesi içinde olan İngilizler için bir umut kapısıydı. Nitekim, Mudanya Mütarekesi’nden sonra, İngiltere temsilcisi Sir Horace Rumbold şu tespitleri yapmaktadır: “…Türkiye’nin tarihten devraldığı birçok sorun var. Uzun savaşlardan yeni çıkmış, imkânı az, yoksul, karışık, etkilere açık, birçok şey için dışarıya, yani bize muhtaç, çağdışı bir toplum. Yaşamak için kendini yenilemek zorunda. Bunu yaptığı zaman tutucu, gerici güçler, biraz teşvikle harekete geçebilir. Bu özellikleriyle Türkiye, üzerinde oynanmaya çok elverişli bir ortam. Bu durumda, elimize kayıplarımızı telâfi edebileceğimiz birçok imkân geçeceğini sanıyorum. Kötümser olmamız için bir neden görmüyorum” (Turgut Özakman, “Cumhuriyet”, s. 66)!
Falih Rıfkı, Devletçiliğin yeni Türkiye’de Milliyetçilik demek olduğunu, amaçlarının da “Bu geri Asya memleketini, ileri Avrupa memleketi hâline getirecek her şeyi, her şeyi temelinden kurmak olduğunu” belirtir ve öncelikle yapmak istedikleri üç şeyi şöyle sıralar: “Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak! Ah bunda bir muvaffak olunsaydı! 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur. Doğru, eğri, eksik, tamam; fakat ‘Türk’ün yapamayacağı’ sabit fikrini yenmiştir” (“Çankaya”, s. 453).
Ne acıdır ki, aydınlarımızın ve siyasetçilerimizin büyük bir çoğunluğu bu tarihî gerçeklerden habersizdir. Geçenlerde bir TV kanalında Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Partisi konulu bir programı hüzün içersinde seyrettik. Programın AKP’li katılımcısı, karşısındakilerin yetersizliğinden bilistifade, atıyordu. ‘Efendim, CHP İttihat ve Terakki Partisi’nin devamı imiş!’ Aklı sıra CHP üzerinden Atatürk’ü karalayacak! Evet, Müdafaayı Hukuk Derneklerinde hâkim olanlar eski İttihatçılardı, çünkü Hürriyet ve İtilâfçılar İngiltere ile işbirliği içindeydiler! Bugün, bu zihniyetin, ‘kapatılmasını demokrasiye bir darbe olarak değerlendirdiği’ Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları da, devleti ele geçirme hevesinde olan eski İttihatçılardı ve bu partinin kapatılması ile büyük bir darbe yediler. İttihatçılara İkinci ve son büyük darbe ise 1926 İzmir Suikastı davası ile vuruldu. Yani CHP, İttihat ve Terakki Partisi’nin devamı filân değildi. CHP Atatürk’ün partisi idi; tâ ki, O büyük insan ölene kadar! Siz bakmayın bugün hâlâ geri kalışımızı Kemalist Devlet’e yükleyenlere; Kemalist Devlet 10 Kasım 1938’de bitmiştir.
İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanlığına gelmesiyle Rus dostluğu bitirildi ve Batı ile flört başladı. 1939’da İngiltere ve Fransa ile bir İttifak yaptık. Hâlbuki, Rusya ile 1945’e kadar sürecek olan 20 yıllık bir Dostluk ve işbirliği anlaşmamız vardı ve bizzat İsmet Paşa’nın belirttiğine göre, o yıllarda herhangi bir Sovyet Tehdidi yoktu! Sonra ABD ile İkili Antlaşmalar devri başladı ki, ilki 1945’tedir. Savaş bittiği yıl dış ticaret fazlamız yüz milyon dolardı. Fakat buna rağmen, ABD’nin Marshall Yardımı programını kabul ettik! Batı ile flörtü hep ‘Sovyet Tehdidi’ne bağladılar ki, bu doğru değildir; ‘Sovyet Tehdidi’ hep ABD’ye teslimiyeti perdelemek için kullanılmıştır. Enteresan olan şey, ‘Sovyet Tehdidi’ palavrasına bu ülkenin çok sayıda aydınının hâlâ daha inanmakta olmasıdır!
Ve 1951 yılında NATO’ya üye olduk! İsmet Paşa çok istemiş ama başaramamıştı. Demokratlar başardı! Bağımsız Türkiye’ye veda anlamına gelen bu ittifaka ağlamamız gerekirken milletçe sevindik! 5 yıl geçmeden, ABD derin devleti CFR’nin başkanı New York valisi Rockefeller, Başkan Eisonhower’e 1956 yılında yazdığı mektupta, ABD ‘dostluğunun’ ve NATO üyeliğimizin sonucunu şöyle özetlemekteydi: “Türkiye oltaya yakalanmış balıktır, oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur!”
Bu gerçeği geç de olsa anlayan Menderes, Amerika’yı Rusya ile dengelemek istedi. Bir İş Bankası Heyetini Şişe Cam fabrikası kurma işi için 1957 yılında Rusya’ya gönderdi. Bunu, 1959’da Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın Rusya seyahati takip etti. 27 Mayıs Darbesi olmasaydı Adnan Menderes, Temmuz 1960’da Moskova’ya gidecek ve önemli bir Ticaret Anlaşması imzalayacaktı! Gidemedi!
27 Mayıs’ın o babacan Devlet ve Hükümet Başkanı Cemal Gürsel’in 17 Haziran 1960 tarihinde, Amerikan AP Ajansına verdiği beyanattaki şu sözler, Amerika’nın nasıl bir zihin kontrolü altında bulunduğumuzu kanıtlamaktadır: “Kanaatimize göre yalnız Türkiye’yi değil, aynı zamanda NATO müttefiklerimizin sağ kanadını da kurtardık!”
Kemalist Ordu NATO Ordusu olunca zihniyet de işte böyle oluyordu! Ve biz, Amerika’nın vesayeti altındaki bu ülkede, 27 Mayıs’ı, yıllarca ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ olarak kutladık! Enteresan olan, bırakınız bu ülkenin ‘Atatürkçü’ ve solcularını, Menderes hayranlarının bile, Menderes’in Rusya ile kurmak istediği ilişkiyi görmezden gelmeleridir!
1975 yılında Amerikan Yardım Teşkilatı’nın (AID) Türkiye’ye yolladığı bir uzman olan Dr. Richard Podol Washington’a gönderdiği, kendi adıyla anılan ‘Podol’ raporunda şunları yazacaktır: “Yirmi yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunan yardım programı meyvelerini vermeye başlamıştır. Amerikan değerlerini benimsemiş Türk yönetici yetiştirme işi başarıya ulaşmıştır. Önemli merkezlerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bakanlık ya da bir iktisadî devlet teşekkülü hemen hemen kalmamıştır!”
Biz bugün ‘Komplo’yu ve ‘Kumpas’ı tartışıyoruz! NATO’yu ve Batı ile ilişkileri tartışan yok! Yaşadığımız bu ahlâkî çürümenin temel sebebi NATO ve Batı ile kurulan ilişkilerin millî kurumlarımızda yol açtığı tahribattır.
1997 yılında, “Türkiye’nin artık NATO’dan çıkması gerektiğini ve Amerika’nın yanında, Rusya ve İran ile de ilişkilerimizi geliştirmemiz gerektiğini” söyleyen MGK eski Genel Sekreteri Tuncer Paşa, kendini bir anda asrın en büyük komplosu olan ‘Ergenekon Terör Örgütü’ davasının sanıkları arasında buluvermişti! Türkiye NATO üyesi olduktan sonra her türlü Kumpas’a ve Komplo’ya açık bir hâle gelmiştir. Devletin çıvisi çıkmıştır. Bütün bunların sebebi NATO üyeliği ve AB sürecinde, ‘demokrasi âşığı aydınların da katkılarıyla’, Millî Devletimizin yok edilmesidir. Ne yazık ki, bugün ‘Millî’ olan her şeye, kırmızı görmüş boğa gibi saldıranlar ‘Güçlü Demokrasi’den söz ediyorlar fakat Erkler Ayrılığını benimsemiş Güçlü bir Millî Devlet’in yokluğunda, her şeye Emperyalizmin ve Mafyokrasi’nin hâkim olacağını hâlâ daha anlayabilmiş değiller!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678