Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BİLİNMESİ GEREKEN TARİHİ GERÇEKLERİMİZ (3)

Falih Rıfkı Atay, devletçiliğin yeni Türkiye’de Milliyetçilik demek olduğunu, amaçlarının da, “Bu geri Asya memleketini, ileri Avrupa memleketi hâline getirecek her şeyi temelinden kurmak olduğunu” belirtir. Falih Rıfkı, Meclis’te bir de, “ÜÇ BEYAZ” parolasının revaç bulduğundan söz etmektedir: “Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak! Ah bunda bir muvaffak olunsaydı! 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur. Doğru, eğri, eksik, tamam; fakat ‘TÜRK’ÜN YAPAMAYACAĞI’ sabit fikrini yenmiştir” (“Çankaya”, s. 453).
Atatürk Türkiye’si bütün bunları nasıl başardı? Sonra nasıl oldu da yeniden Batı’nın vesayetine girdik? Bu hazin hikâyeyi, okurlarımızın sabrına sığınarak, özet olarak anlatmaya çalışacağız.
Burada yapacağımız bazı tespitler, bazı okurlarımız için rahatsız edici olabilir. Bunu normal karşılarız. Çünkü ezberleri bozmak dünyanın en zor işidir. Fakat, yıllarca üstü örtülen bu gerçeklerin artık dile getirilme zamanı da gelmiştir. Ancak, şunu hemen ifade edelim ki, bu hatırlatmaları bir art niyetle yapıyor değiliz. Yegâne amacımızın, tarihimizi iyi bilmemekten kaynaklanan yapay ayrılıklarla bölünen, hattâ birbirlerine düşman edilen vatansever aydınlarımızın, gerçekleri görebilmelerine yardımcı olabilmek olduğunu belirtmeliyim. Ancak, daha önce, kendi siyasî düşüncemizden de söz etmemiz gerekiyor.
CHP’li bir ailede büyüdüm. SHP’de siyaset yaptım. Bizim evde, hemen her sabah, kahvaltı sofrasında politika konuşulurdu. Parti, evimize yaklaşık yüz metre mesafedeydi ve ben çocuk yaşımdan itibaren gazete okumaya partiye gider, radyo haberlerini ve yapılan siyasî tartışmaları dinlerdim. Ülkedeki bütün kötülüklerin sebebinin, Demokrat Parti iktidarı olduğuna inanırdık. Hâlbuki, bize öğretilen tarih ve dinlediklerimizin çok büyük bir bölümü doğru değilmiş. Atatürk’ten sonra, hem İnönü CHP’sinin ve hem de Demokratların çok vahim hataları olduğunu ancak ileri yaşlarımızda öğrenebildik.
Şimdi, düşünüyorum: Atatürk öldükten sadece birkaç yıl sonra, Türkiye nasıl böyle bir geri dönüş yaşadı ve ne kadar etkili bir zihin kontrolü sağlanmış ki, bu gerçek yıllarca bir türlü görülemedi? Sanki ‘görünmeyen bir el’, büyük bir ustalıkla, Atatürk’ten sonra yaşanan gerçeklerin bilinmesini önlüyor! Meselâ, Uğur Mumcu’nun “Kırkların Cadı Kazanı” kitabını hatırlatmak isteriz. Bu kitabın ismi bile aslında çok şey ifade etmektedir! Fakat, Uğur Mumcu bile, İnönü dönemine ucundan, biraz dokunabilmiş! Demek ki, bir korku, bir çekinme var. Buna ‘Mahalle Baskısı’ diyebiliriz. Sadece küçük bir hatırlatma yapalım: Sabahattin Ali’nin öldürüldüğü tarih 1948’dir! Nâzım Hikmet de, Demokrat Parti’nin 1950 yılı Temmuz ayında çıkardığı bir af kanunu ile hapisten çıkabilmiştir!
Atatürk’ün Plânlı Karma Ekonomi siyasetinden, II. Dünya Harbi’nden sonra vazgeçilmiştir. Şevket Süreyya Aydemir, “Harp sonrasının kalkınma plânlarının, Ağustos 1947’de, sudan bahanelerle, Başbakanlıktan İktisat Bakanlığı’na iade edildiğini” yazmaktadır (“II. Adam”, Cilt II, s. 403).
Peki, neden?
Çünkü, artık Küçük Amerika olmaya karar verilmişti! Bu sözü ilk kez, 1940’ların sonunda telâffuz eden İnönü’nün prensi Nihat Erim’dir. Celâl Bayar, 1954’te bu sözü tekrar etmiştir. Hâlbuki, bize, Amerikancılığın Demokratlarla başladığı anlatılırdı! Şu da iyi bilinmelidir ki, Demokrat Parti, CHP’nin açtığı yolda ilerlemeyi sürdürmüş; NATO’ya girmek ‘başarısını’ da göstermiştir. CHP’nin NATO’ya yaptığı başvuru reddedilmişti!
Plânlı Karma Ekonomi Atatürk’ün Eseridir
Prof. Mustafa A. Aysan, Atatürk’ün Ekonomi Politikası isimli kitabının önsözünde, yaptığı incelemeler sonunda, Kamu İktisadî Teşebbüsü Sistemi’nin kurucusunun, sahibinin ve uygulayıcısının bizzat Atatürk olduğunu tespit ettiğini belirtiyor. Aysan’a göre, Atatürk, hem Kapitalist ve hem Sosyalist çözüm şekillerini incelemiş ve kendi sistemini ortaya koymuştur. Atatürk’ün geri kalmış toplumları geliştirmek için öngördüğü sosyal, kültürel, ekonomik kurumlar, sağlam bir fikir gücünün eseridir ve her çeşit denemeye dayanıklıdır (“Atatürk’ün Ekonomi Politikası”, s. 18).
Yine Prof. Aysan’a göre, Atatürk’te plânlı kalkınma görüşü, ekonomik ve sosyal kalkınma sorunlarını ilk düşünmeye başladığı sıralarda ortaya çıkmıştır. Sofya’da Askerî Ataşe iken ekonomik sistemleri incelemiş, ekonomik programdan 1922’de söz etmiş, 1933’te yüzde yüz oranında gerçekleştirilmesini sağlamış, 1937’de ikinci Beş Yıllık Sanayi Plânını yaptırmış fakat uygulanmasını izlemeye ömrü vefa etmemiştir (Prof. M. Aysan, age. s.162).
Bu Plân, İnönü döneminde rafa kaldırılmıştır!
Rusya’nın Katı bir Merkezî Plânda ısrar sonucu yıkıldığını; Çin’in 1978’den itibaren, Atatürk modeline benzer bir modeli uygulayarak bugünkü başarıyı elde ettiğini hatırlatalım!
Dışarıya bağımlı olmayan millî bir ekonomi kurmak fikri, daha harp yıllarında Atatürk’ün kafasındaydı. 27 Ocak 1931 tarihinde, İzmir CHP İl Kongresi’nde, “halkımızın yaradılıştan devletçi olduğunu söylemiş; İzmir İktisat Kongresi’ni hatırlatarak; şimdiye kadar ekonomik alanda beklenen başarının sağlanamadığı” üzerinde durmuştur!
Celâl Bayar da devletçiliği şu dikkat çekici sözlerle savunmaktadır: “Milletin muhtaç olduğu refahı, bazı özel girişimlere ve bu girişimlerin dayandığı sermayeye bırakmak gerekirse, en az iki yüz yıl daha bekleme dönemi geçirmemiz gerekir” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1382)!
Maxıme Rodınson’un belirttiğine göre, Ziya Gökalp de bu düşüncededir. Küçük Mecmua’da 1923 yılında yayınlanan “İktisadî İnkılâp İçin Nasıl Çalışmalıyız” başlıklı bir yazısında bunu şöyle savunmaktadır: “Modern devlet, büyük sanayi üzerine kurulmuştur. Yeni Türkiye, modern bir devlet olmak için, her şeyden önce millî bir sanayiyi geliştirmelidir. Avrupa’nın en yeni ve en gelişmiş tekniklerini uygulamak zorunda olan yeni Türkiye, fertlerde teşebbüs zihniyetinin doğmasını bekleyemez. Askerî teknik alanında yaptığımız gibi, millî bir çabayla, sanayide Avrupalılara erişmeliyiz” (“İslâmiyet ve Kapitalizm”, s. 176).
Doğan Avcıoğlu, Birinci 5 Yıllık Plân hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Cumhuriyet Türkiye’si, daha ilk günlerden beri, Sovyet Rusya ile dış politika alanında sıkı bir işbirliği yapar. Mayıs 1932’de Başbakan İnönü, Sovyet Kalkınma Modelini incelemek ve destek sağlamak üzere Rusya’ya gider. Rusya’dan 8 milyon dolarlık bir kredi sağlanır. Bu geziden sonra, Prof. Orlof başkanlığında bir kurul Ağustos 1932’de Türkiye’ye gelir. Prof. Orlof, geliş nedenlerini gazetecilere şöyle açıklar: ‘Kurulumuz, Rusya’da beş yıllık sanayi programında çalışan, aynı zamanda ikinci beş yıllık bir programı düzenlemek için uğraşan uzmanlardan kuruludur. Türkiye’nin sanayileştirilmesi için düzenlenecek programda çalışmak üzere buraya çağrılmayı büyük bir şeref saymaktayız” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s.1386 ve devamı).
Birinci 5 yıllık Plân 1933 yılında uygulamaya konulacak ve başarı ile uygulanacaktır..
KORKUYORLAR!
Sayın Kılıçdaroğlu’nun, iktidarı oldukça ürküten, olağanüstü bir performans gösterdiği ADALET YÜRÜYÜŞÜ devam ediyor. Yandaş basının kalemşorları, yürüyüşü karalamakta yarışıyorlar. Kanal 24 haberlerinde, sayın Kılıçdaroğlu’nun, Nahl Suresi 90. âyetten, “ALLAH ADALETİ EMREDİYOR” buyruğunu hatırlatmasının ve bu Allah buyruğunun bir pankartta yazılı olmasının, “Lâik CHP Din İstismarı Yapıyor” diye yorumlanmasını tebessümle karşıladık. Din istismarında şampiyonluğu kimseye bırakmayanların, din istismarından söz etmeleri, korkunun boyutlarını göstermektedir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678