Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BATI’YLA İTTİFAK BİZE HEP KAYBETTİRDİ (6)

Savaş süresince Türkiye, Rusya’nın desteğini hep arkasında bulacaktır!
Bugün İstanbul’da, Taksim Meydanı’nda bulunan Zafer Anıtı’nda, Atatürk’ün hemen yanında duran iki kişiden biri Sovyetlerin ilk Türkiye Büyükelçisi Aralov, diğeri de, Sovyet Devriminin önde gelen isimlerinden General Frunze’dir. Atatürk, Türk-Rus dostluğuna verdiği önemi göstermek için, heykeldeki kompozisyona onların da dahil edilmesini bizzat istemiştir!
Ne yazık ki, ülkemiz Batı ittifakına katıldıktan sonra, bir Sovyet Düşmanlığı yarışı başlayacaktır. 1960’lı yıllarda, Ankara Kurtuluş’taki Cemal Gürsel Meydanı’na, Atatürk’ün Mareşal üniformalı bir büyük resminin konularak, altına, “Türk âleminin en büyük düşmanı Komünistliktir” yazısının yazılması da bu politikanın çok çirkin örneklerinden birisidir. Hâlbuki, Atatürk Nutuk’da, takip etmemiz gereken Millî Siyaseti anlatırken, Komünizm hakkında şu tespiti yapmaktadır: ‘İnsanları, her türlü özel duygularını ve bağlantılarını, onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insanî bir devlet kurmak görüşünün de kendisine özgü şartları vardır (Nutuk, Cilt II. s. 585).
Sovyetler Birliği ile çok iyi ilişkiler kuran fakat aynı zamanda da, ülke içinde Komünist propagandasına izin vermeyen Atatürk’ün, dostluğuna büyük önem verdiği Rusya’yı incitecek böyle bir söz söylemiş olması mümkün müdür?
Mustafa Kemal Paşa sadece mandacılarla uğraşmamış; ülkede Sovyet Rusya’daki gibi bir yönetim kurmakla işlerin yoluna gireceğine inanan hayalperestlerle de mücadele etmiştir. Kabul etmek gerekir ki, bir yandan Rus hükümetinin dostluğunu kazanmak için uğraşırken, bir yandan da, Rusya’yı darıltmadan ülke içindeki Rusya yanlıları ile uğraşmak kolay bir iş değildir. Ali Fuat Paşa’nın, Rusya yanlısı Komünist hareketler konusunda gönderdiği, 14 Eylül 1920 tarihli bir telgrafa verdiği cevapta, Mustafa Kemal Paşa özetle şu önemli tahlili yapar: “(…) Meclis’te ahiren meydana çıkan halk zümresi bizim tanıdığımız arkadaşlardır. Bunlar memlekette bir içtimaî inkılâbın kısmen olması lüzumuna inananlardır. Bu teşebbüsün tehlikesini kavrayamamaktadırlar.(…) Mustafa Suphi yoldaşa da yazdığım üzere, ne yapılacak ise hükümet vasıtasıyla yapmaktır. Bittabî ki, Komünizm ve Bolşevizm aleyhine alenen aleyhtarlığı muvafık görmem’” (Ali Fuat Paşa, “Millî Mücadele Hatıraları”, s. 538).
Nitekim, Mustafa Kemal Paşa, dışardan ve içeriden desteklerle gelişmekte olan bu cereyanın millî davaya zarar vermesini önlemek amacıyla kendi kontrolünde bir Komünist Fırkası kurduracak ve Millî Hükümet gerekli güce ulaştıktan sonra da kapatacaktır.
Sovyetler Birliği ile, içişlerine karışmama koşuluyla, 1921 yılından beri iyi ilişkiler sürdüren Türkiye, bu ülke ile ekonomik işbirliğini de araştırır. Mayıs 1932’de Başbakan İnönü, Sovyet Kalkınma Modelini incelemek ve destek sağlamak üzere Rusya’ya gider. Rusya’dan 8 milyon dolarlık bir kredi sağlanır. Bu kredi, özellikle ihtiyacımız olan bazı makinelerin alınmasında kullanılır. Bu geziden sonra. Prof. Orlof başkanlığında bir kurul Ağustos 1932’de Türkiye’ye gelir. Prof. Orlof geliş nedenlerini gazetecilere şöyle açıklar:
“Türkiye’nin sanayileştirilmesi için düzenlenecek programda çalışmak üzere buraya çağrılmayı büyük bir şeref saymaktayız. Bize verilen ödevin öteki önemli bir noktası da, kurulacak fabrikaların memleket ham maddelerini kullanmasını sağlamak olacaktır” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s.1386 ve devamı).
Sovyetlerin yardımı ile hazırlanan Birinci 5 yıllık Plân 1933 yılında uygulamaya konulur. Çelik ve Kimya Sanayinin temelleri atılır. Savaş yıllarına rastlayan İkinci Beş Yıllık Plân ise, makine sanayi, enerji, maden ve denizcilik sanayilerinin geliştirilmesini ve kimya sanayine hız verilmesini öngörür.
İktisat Vekili Celâl Bayar, 1935 yılı Temmuz ayında Rusya’ya giderken, Rusya ile yapılan işbirliği konusunda şunları söyler: “Biliyorsunuz ki, sanayileşme alanında Sovyetlerle yaptığımız emek birliği, son zamanlarda çok güzel sonuçlar vermiştir. On beş yıldan beri bu büyük komşuyla, her vakit artan bir dostluk ve çalışma birliği yürüttük. Yeni kalkınma plânımızda Sovyetlerle aynı biçimde elbirliği edeceğimize kuşku yoktur” (Avcıoğlu, age. s. 1387).
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Sovyet düşmanlığının mimarı olacak olan İsmet Paşa da, Cumhuriyetin Onuncu yılında, Rusya ile aramızdaki dostluğu şu sözlerle övmekteydi: “…Bizim, Türkiye Cumhuriyeti’nin haricî politikasında esas olan nokta, Sovyetlerle olan dostluğumuzun temel teşkil etmesidir. Bu dostluk en çetin zamanlarda başlamış, en çetin imtihanları geçirmiştir. Bugün için, iki milletin kalbine yerleşmiştir!”
1935 yılının Ocak ayında, Dışişleri Bakanı Molotof, Sovyetler Birliği’nin dış münasebetleri hakkında yaptığı bir konuşmada, “Türk- Sovyet münasebetlerinin, milletlerarası dostane münasebetlerin en iyi örneğini verdiğini” belirtecektir.
İki devlet arasında gelişen bu sıcak münasebetler sonunda, 7 Kasım l935’de Ankara’da, 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasının ve buna ek protokollerin 7 Kasım l945 tarihine kadar l0 yıl uzatılmasını öngören bir protokol imzalanır (Mehmet Gönlübol, “Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası”, s. 108).
TÜRK-RUS DOSTLUĞUNA İLİŞKİN ÖNEMLİ BİR ÖRNEK
1932 yılında Mussolini’nin girişimiyle, Roma’da İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya bir anlaşma parafe ederler. Bu Dörtlü Pakt, dört devletin Avrupa üzerinde dikta kurmaya yöneldikleri kuşkusunu yaratır. Bundan rahatsız olan ‘Küçük İtilâf’ Devletleri (Çekoslovakya, Yugoslavya, Romanya), Dışişleri Bakanlarını Paris’e gönderirler fakat bir sonuç alamazlar. Türkiye ve Sovyetler Birliği’nin çabalarıyla bu pakt etkisiz kılınır. Bu konu ile ilgili olarak Avcıoğlu’nun, ‘Mussolini’ye Verilen Ders’ başlığı ile naklettiği bir hadise var ki, Türkiye’nin, nerden nereye geldiğinin de çok acı bir göstergesidir: “Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinof Londra’ya, Aras Roma’ya anlaşmalar hakkında bilgi vermekle görevlendirilir. Aras Roma’da, Başbakan Mussolini ve Dışişleri Bakanı Grandi tarafından kabul edilir. Aras’ı, “Londra’da birçok faaliyetlerde bulunmuşsunuz” diye karşılayan Mussolini, Sovyetlerle ittifak yapıp Türkiye’yi yalnız bırakma tehdidinde bulunur. Mussolini ve Aras arasında şu diyalog gerçekleşir:
Mussolini: “Ruslarla bir ittifak yapmak istiyorum.” Aras: “Sovyet Rusya ile ittifakınız çok iyi bir şey olur. Böyle bir ittifaka memleketimizin katılmasını da hükümetime önerebilirim!” Mussolini: “Rusya ile yapacağım ittifaka Türkiye’nin de katılmasını belki düşünebilirim. Fakat, neden katılma işini şimdiden bir oldu-bitti yapmak istiyorsunuz?” Aras: “İsteğinizi kolaylaştırmak için!” Mussolini: “Türkiye Dışişleri Bakanı’nın sözünü iyi anlayamadım.” Grandi: “Türkiye Dışişleri Bakanı haklıdır. Çünkü Sovyetler Rusya’sı, Türkiye’nin onayı olmadıkça bizimle ittifak yapamaz! Sovyetlerle Türkler arasındaki antlaşmada bu konuda karşılıklı yükümlülükler vardır!” Mussolini: “Her hususu başından düşünmeyi bilenleri çok takdir ederim. İtalya ile Türkiye arasındaki dostluk ilişkilerinin gittikçe kuvvetlendiğinin Dr. Tevfik Rüştü dostumuzun bu ziyareti dolayısıyla yayınlanmasını, bu seferki resmî bildirinin çok özlü olmasını isterim” (Avcıoğlu, age. s.1437)!
Günümüzde çok haksız eleştirilere muhatap olan Kemalist Türkiye, Atatürk döneminde. İşte böyle bir güce ve itibara sahipti. ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678