Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

ATATÜRK VE VAHDETTİN (3)

Evet, Mustafa Kemal Paşa’nın amacı emperyalistleri ülkeden atmaktı.  Fakat, Padişah O’nu, bunun için değil, “Halkı sakinleştir, direnişleri durdur; bu sayede belki, daha fazla yerin işgalini durdurabiliriz” diye Anadolu’ya göndermişti. Diğer taraftan, İstanbul Hükümetinin Anadolu’ya gönderdiği nasihat heyetlerinin görevinin de, halkın yatıştırılması ve bir direnişe meydan verilmemesi olduğunu hatırlatalım! Bu nasihat heyetleri (Heyet-i Nasıha) 4 Nisan 1919’da, Sadrazam Damat Ferit tarafından kuruldu. Sadrazam İngiliz Amirali Webb’i ziyaret ederek bu heyetlere İngiliz subaylarının da katılmasını istemişti. Heyetlerin başlarında Şehzade Abdürrahim  ve Şehzade  Cemalettin Efendiler bulunmaktaydı. Ayrıca, daha Millî Ordunun henüz oluşturulamadığı günlerde, İstanbul Hükümeti tarafından, Anadolu’da çıkartılan isyanları, Ahmet Anzavur komutasındaki Kuvay-ı Ahmediye  ve İzmit’te kurulan Kuvay-ı İnzibatiye ordularını  nasıl unutabiliriz? Mustafa Kemal Paşa’yı ve arkadaşlarını, Padişaha karşı ayaklanan eşkıyalar olarak niteleyen, Atatürk’ün de Nutuk’ta belirttiği gibi, ‘düşman uçakları da dahil, her türlü vasıta ile Anadolu’da dağıtılan, halkı milliyetçilere karşı çıkmaya teşvik eden Fetva’ unutulabilir mi (Nutuk, s. 595)?

Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığındaki nasihat heyeti, 29 nisan 1919 akşamı Aydın’a geldiğinde; karşılayanlar arasında din adamları yoktu. Şehzade bunun üzerine, yanındaki Mutasarrıf Fuad Bey’e  sorar.  O da, “Aydın İttihat ve Terakki’ye mensup Esat Hoca’nın etkisi ve teşvikiyle karşılama törenine gelmediklerini” söyler. Şehzade Efendi, Esat Hoca’nın çağrılmasını ister ve huzura gelen Hoca’ya, neden gelmediğini sorar. Esat Hoca şu karşılığı verir: “Bizim nasıhhata  ihtiyacımız yoktur. Hıristiyanlarla iyi geçinemediğimizi kim söylüyor? Hıristiyan mahalleleri mamur ve bayındırdır.  İslâm mahalleleri ise muhtacı umrandır.  Biz Türkler cephelerde harp edip aziz vatanı korumaya çalışırken, onlar fabrikalar kurmuşlar, bağlar, bahçeler içinde yaşarlar. Servet, saadet, refah her şey onlarda.  Fakirlik Türklerde toplanıyor. Nasihatı bizlere değil, bizi iktisaden öldürmeye çalışan zümreye vermeniz lâzımdır!”
Şaşkına dönen ve sinirlenen Şehzade, Padişah’ın vekilinin huzurunda bulunduğunu hatırlatarak, “Millet arasında ayrılık çıkardığını” söyler ve “Bunlar İttihatçı ağzı; bizce bir kıymet arz etmez!” diye ekler. Esat Hoca “Sözlerimin kıymetini siz takdir edemezsiniz.  Aziz milletimiz elbette takdirde gecikmez. Millet bizim yolumuzdadır. Sizin yolunuzda kimsecikler yürümez” deyince, heyet neye uğradığını şaşırır. Gezi yarıda kesilir ve Burdur’a geçilir.  (Lütfü Arif Kenber, Dün  Bugün Dergisi, 16 Aralık 1955, Sayı: 7, s. 4-5; nakleden, Ercan Dolapçı, Aydınlık, 9.4.2013).
Atatürk, l3.8.1923 tarihinde, T.B.M.M’de yaptığı bir konuşmada, Padişahı ve İstanbul Hükümetini şu sözlerle suçlamaktadır: “Bir taraftan dini siyasete alet ittihaz ederek, Anadolu mücahitlerini idama mahkûm ettiler. Ahaliyi mâhut fetvalarla mukateleye teşvik eylediler.  Bir taraftan da Kuvayı İnzibatiye veya Hilâfet Ordusu namıyla üzerimize saldırdılar.  Saf ve Mâsûm halkı birçok tasniat ile (yalanlarla) iğfal ederek dahilde yer yer isyan ateşleri yaktırdılar” (Kâzım Öztürk, “Atatürk’ün Meclis Konuşmaları”, s. 993).
5 Nisan 1920 tarihli, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzasını taşıyan bu fetva ile, “Kuvayı Milliyecilerin eşkıya oldukları, yasalara uymadıkları, bunların kitle hâlinde öldürülmelerinin farz olduğu” bildirilerek iç savaş kışkırtıcılığı yapılmıştır (Sabahattin Selek, “Anadolu İhtilâli”, s. 78).
Bu fetva, Padişah Vahdettin’in bir Hattı Hümayunu ve Hükümetin bir bildirisi ile Anadolu’da  dağıtılmıştır. Ayrıca,  fetvanın dağıtılmasında İngiliz ve Yunan uçakları, İngiliz torpidoları, İngiliz Muhipleri Derneği,  Hürriyet ve İtilâf Partisi üyeleri görev almıştır! Kâzım Karabekir Paşa anılarında, fetvaların 19. 5. 1920’de bir İngiliz torpidosu ile Trabzon’a getirildiğini belirtmektedir (“İstiklâl Harbimiz”, s. 632).
Bu fetvayı yazan da eski Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendidir. Mustafa Sabri Efendi, Hürriyet ve İtilâf Fırkası ile birlikte hareket eden, İngiliz yanlısı İslâm Teâli Cemiyeti’nin de kurucusudur. Mustafa Sabri Efendi’den sonra bu cemiyetin başına, İskilipli Atıf Hoca getirilecektir. Bu cemiyetin, İzmir’i işgal eden Yunan Ordusunu, ‘Halifenin Ordusu’ diye yücelttiği bilinir. Günümüzde, Atatürk düşmanlarının, ismi üzerinde bir hayli spekülâsyon yaptıkları İskilipli Atıf Hoca, Kuvayı Milliyecileri, ‘Kudurmuş Haydutlar’ olarak nitelendirmektedir. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, İskilipli Atıf Hoca’nın şapka giymediği için idam edildiğini iddia ederler ki, bu doğru değildir çünkü Atıf Hoca, bu suçtan dolayı yargılandığı Giresun İstiklâl Mahkemesi’nde beraat etmiş fakat daha sonra vatana ihanetten yargılanarak idam edilmiştir.
 İstanbul’un işgal edileceği duyumunun alınması üzerine, 16 Mart 1920 günü Rauf Bey, Meclisi Mebusan Reis Vekili Abdülaziz Mecdi Efendi’yi alarak, Konya mebusu Vehbi Efendi ile beraber Yıldız Sarayı’na, Padişahı ziyarete giderler. Heyet üyeleri ile Vahdettin arasında şu diyalog yaşanır:
 Vahdettin- Ecnebiler her şeyi yapacak vaziyettedirler. Meclis-i Mebusan müzakerelerinde sözlerinize fazlaca dikkat etmelisiniz.
Hoca Vehbi Efendi- Efendimiz, Anadolu birlik hâlindedir. Hem vatanımızın istiklâlini ve hem de makamınızı ve sizi kurtarmağa azmetmiştir.
Vahdettin-  Yok, yok hoca! Sözlerinize dikkat ediniz.  Fiilî hadiseler meydandadır.  Akıl için târik  birdir.
Abdülaziz Mecdi Efendi- Düşmanlarımızın, burası (eliyle denizi göstererek) su kenarı olduğu için zorları geçer. Anadolu’da millet yek vücut ve Polat gibidir. Azimlidir. Padişahım, müsterih olunuz millet sonuna kadar mücadele edecektir.
Vahdettin- Hoca, dikkat ediniz. İsterlerse yarın Ankara’ya da giderler.
Hüseyin Rauf Bey- Padişahım, millet hudutları dahilinde istiklâlini ve makamınızı kurtarmağa azmetmiştir. Millet sizden bir muahedeye imza koymamanızı istirham ediyor. Aksi takdirde akıbeti çok vahim ve karanlık görüyorlar.  Siz, mahsur vaziyette olduğunuz için imza  etme mecburiyetiniz de yoktur.
Bu sözler üzerine birdenbire ayağa kalkan Padişah şu cevabı verir: “Bir millet var, koyun sürüsü, bir çoban lâzım, o da benim” (Ali Fuat Cebesoy, “Millî Mücadele Hatıraları”, s. 378).
Vahdettin millete bir sürü olarak bakıyor, kendini ise çoban olarak görüyor! Mustafa Kemal Paşa ise, Sivas Kongresi’nden sonra gittiği Amasya’da düzenlenen bir  panayırda, genç gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın’a, kendisini alkışlayan halkı göstererek şöyle diyecektir: “Bak birader, böyle milletten nasıl ayrılırsın.  Bu palaspareler (hırpanî giysiler) içinde gördüğün  insanlar yok mu, onlarda öyle bir yürek vardır ki, olmaz öyle şey!… Çanakkale’yi  kurtaran bunlardır. Kafkasya’da, Galiçya’da, şurada burada çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır. Bunların yanında olmayacaksın da nerede olacaksın” (Sebahattin Selek, “Anadolu İhtilâli”, s. 233)?
Bugün, güçlü bir İç Cepheye sahip olamamazın temel sebebi, yakın tarihimizin doğru bilinmemesidir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678