Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

24 HAZİRAN VE DEMOKRASİ ÜZERİNE (1)

24 Haziran’da erken seçim var. Biz, büyük bir ihtimalle, AKP iktidarının artık sona ereceğini umuyoruz. Temennimiz bu değişimin olgunlukla karşılanmasıdır. Ancak, siyasetçilerin dünyaya bakışlarında, ekonomi politikalarımızda çok büyük bir değişiklik olmasını da beklemiyoruz. Çünkü henüz, zihinlerdeki Batı Hegemonyasını kırabilmiş değiliz! Milletimiz birçok şeyin farkına varmaya başladı. Ancak, henüz milletimiz de büyük bir değişime hazır değil. Fakat, zamanın hep değişimden yana olduğu da unutulmamalıdır.
Atatürk’ten sonra, sözde Çağdaşlaşmamızı ve Ekonomik Gelişmemizi sağlayacağı inancıyla benimsenen Çok Partili Demokrasinin, ülkemizdeki uygulamalarıyla, Batı’nın çıkarlarına hizmet ettiği nihayet görülmeye başlanmıştır. Sıra, bu coğrafyada bağımsız bir devlet olarak varlığımızı sürdürebilmemizin, ancak ve ancak, Cumhuriyetin Yerli ve Millî İlkelerinin rehber edinilmesiyle mümkün olabileceğinin anlaşılmasına gelmiştir.
Atatürk’ten sonra, Batı ile kurulan bağımlılık ilişkilerinin bu kadar etkisinde olan bir ülkede bunun sorgulanmaya başlanması bile önemli bir gelişmedir.  Bu bakımdan, kimse kısa zamanda büyük değişimler beklemesin. Fakat ümitsiz de olmayalım; eskiye ait bir çok şey değişecektir.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi’nin 18 Ocak tarihli bildirisini tekrar hatırlatalım! O bildiride özet olarak şu önemli tespitler yapılmaktaydı: “Liberal Demokratik Düzenin eşitlik ve adalet getirmediği, sadece Batı’nın emperyalist politikalarına hizmet ettiği iddiaları birçok ülkede güç kazanıyor. Dünyanın ağırlık merkezi batıdan doğuya doğru kayıyor. Çin, devlet güdümündeki ekonomilerin bir gün mutlaka çökeceği inancını yerle bir etti. Liberal Demokrasi, Hukuk Devleti ve Piyasa Ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisinin boş çıktığını itiraf etmek durumundayız!”

Oldukça geç olsa da, TÜSİAD’ın yaptığı bu açıklama önemlidir. Çünkü, bu ülkenin iş adamları, Batı hayranı aydınları, siyasetçileri ve iktidarları on yıllarca, bizi Batı’nın Açık Pazarı durumuna dönüştüren, ‘Serbest Piyasa ve Liberal Ekonomi ile Kalkınma Masalına’ inanmışlardı! Hiçbir zaman üye yapılmayacağımız AB üyeliğinin, iktidarı ve muhalefeti ile, hâlâ daha, ‘Millî bir hedef’ olarak kabul edilmekte olduğu da unutulmamalıdır!
TÜSİAD’ın bu sarsıcı çıkışına rağmen, Serbest Piyasa ve Liberal Ekonomi ile kalkınma masalına inanmayı sürdürenlerin sayıları hiç de az değil!
Sabah gazetesi yazarı Şükrü Hanioğlu, Türkiye’nin ekonomik ve siyasî bağımsızlığını borçlu olduğu Cumhuriyet Projesi için bakınız neler söylemiş: “Cumhuriyet Projesi’ni sahiplenmek iyi bir şey değildir. Günümüzde bunu yapmak, Liberal Demokrasiye dönüşme alanında aşılması gereken bir engeli tahkim etmek anlamına gelmektedir!”
Ne yazık ki, bu ülkenin okumuşları, Atatürk’ten sonra Batı ile kurulan bağımlılık ilişkileri yüzünden öyle bir dönüşüm geçirdiler ki, felâketimiz olacak reçetelere ‘Kurtuluş Reçetesi’ olarak sarılmak gafletinden hâlâ daha kurtulabilmiş değiller! Fakat, şu gerçek iyice anlaşılmalıdır ki, Türkiye’nin takip edeceği rota artık, ‘Batı’yı Kıble Edinen’ bir rota olamaz!
Bu ülkede, iktidarları artık Batı belirleyemeyecektir.
Ülkemiz, 1946’dan bu yana, Batı güdümlü bir Çok Partili Hayatı ve Serbest Piyasa modelini benimsemiştir. Bunun kaçınılmaz sonucu, Ülke Menfaatlerini ezip geçen, şahsî menfaati önde tutan ‘Menfaat Odaklı’ bir anlayışın siyaset üzerinde hâkimiyet kurması olmuştur.
İç Cephe’nin paramparça olmasının, ülkemizin kıt kaynaklarının korkunç bir şekilde israfının; bir ülke için gerçek felâket demek olan herkesin saygı duyması ve titizlikle uyması gereken kriterlerin çiğnenerek Emanetin Ehline Verilmesi ilkesinin göz ardı edilmesinin, hemen her alanda yaşadığımız ahlâkî değer erozyonu ve çürümenin temel sebebi budur.
Türkiye artık, yaşadığımız bütün felâketlerin asıl nedeni olan, Seçilmişleri Yücelten, ‘Seçilmiş Atanmıştan Üstündür’ fantezisini sorgulamak ve ‘Kötü paranın iyi parayı kovması’ örneğinde olduğu gibi, ehliyetli, liyakatli ve kendini bilen siyaset erbabını saf dışı eden, Kifayetsiz Muhteris siyasetçilerin Devlet Yönetiminde ‘Denetimsiz Bir Güç’ oluşturmalarını önleyecek mekanizmaların kurulmasının zorunluluğunu anlamak zorundadır. Özellikle, son 15 yılda yaşananlar bu gerçeği anlamamızı sağlamış olmalıdır.
 4. Kuvvet olan basının, İktidarların ve diğer Güç Odaklarının baskı ve menfaat aracı durumuna dönüşmesinin de bu yozlaşmadaki payı büyüktür.
 Biz, Çok Partili Hayata çok erken geçtik. İspanya ve Portekiz’in 1970’lerin başlarında çok partili hayata geçmiş olduklarını hatırlatmak isteriz! Atatürk’ün başlattığı Plânlı Karma Ekonomi siyaseti ile  ekonomimizi güçlendirmeyi sürdürmeliydik. Çünkü bir ülkenin ekonomisi güçlenmeden; üretim arttırılmadan, refah, toplumun geniş kesimlerine yayılmadan, o ülkede Batılı anlamda bir demokrasinin hayata geçirilmesi mümkün değildir.
Demokrasinin ekonomik kalkınma ve hürriyet getireceğine inanmak; arabanın atın önüne koşulmasından farksızdır! Fakat, bu ülkenin Batı hayranı aydınları, Tanzimat’tan bu yana, Batı’daki gibi bir sistem uyguladığımızda, ‘ülkemizin de kısa zamanda Batılı ülkeler düzeyine yükseleceği’ fantezisine kendilerini kaptırmış oldukları için, çılgın bir sevinçle, 1946’da Çok Partili Hayata geçilmesini alkışladılar!
1876’da I. Meşrûtiyet ilân edildiğinde, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey, “Kısa zamanda İngiltere’nin düzeyine yükseleceğimize inandığını” söylemişti! 1908’de II. Meşrûtiyet ilân edildiğinde, İttihatçı Hüseyin Cahit Yalçın Bey de bu inancı tekrarlayacaktır! Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerinden Cihat Baban da, 1946’da kurulan Demokrat Parti’den beklentisini şöyle anlatır: “O zaman benim gibiler için, varsa yoksa özgürlüktü… Evet, babalarımızdan bize miras kalan hasret gidecek, yerine söz, fikir, basın hürriyeti gelecekti. Oylarla iktidar değişecekti.  Mutluluk kapımızı artık çalıyordu… O zaman memleketin bütün aydınları da, hürriyet gelir gelmez her şeyin değişeceğine kani idiler. Özgürlüğün sihirli varlığı, her kördüğümü çözecekti. (…) Özgürlük, yurdu baştan başa mamureye çevirecek, her yuvaya saadeti sokacak bir tılsım zannediliyordu” (“Politika Galerisi- Büstler, Portreler”,  s. 29)!
Yeni Osmanlı’lardan, Jön Türk’lerden  beri hep aynı hayâl! Cihat Baban da, bunun acı bir hayâl olduğunu bizzat yaşayarak anlayacaktır! Ne var ki,  ödenen onca bedelden sonra!
Türkiye’nin Batı İttifakına katılarak, Tek Parti Dönemi’nin Plânlı Karma Ekonomi anlayışından vazgeçmesinin çok ağır üç sonucu olmuştur;
1. Batı’nın Açık Pazarı olduk!
2. Bin küsur yıl söz sahibi olduğumuz bu coğrafya,
Batı’nın, kanlı senaryolarını rahatlıkla uygulayabileceği bir alan durumuna geldi!
3. İç Cephe’miz parçalandı!
Tekrar hatırlatalım ki, Türkiye, 1945 yılında, Amerika ile İkili Antlaşmaları imzalamaya başladıktan sonra, Amerika için artık “OLTADAKİ BALIKTIR!”

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678