Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

2. ABDÜLHAMİD TARTIŞMALARI ÜZERİNE (2)

1877-1878 Rus Harbi’nde kalmıştık. Abdülhamid’in Özel Kalem Müdürü Tahsin Paşa, 7 kez Sadrazamlık makamına getirilen Said Paşa’nın hatıralarını kaynak göstererek, Rusya savaşının sorumlusunun Mithat Paşa olduğunu belirtmektedir (“Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları”, s. 113)!
Tahsin Paşa’ya göre, “Rusya gibi muazzam bir devletle muharebeyi, sırf kabadayılık hissiyatıyla devletimize kabul ettiren o zamanın yiğit vekilleri, Berlin Kongresi’nde Bulgar, Sırp, Ulah ve Karadağ gibi devletlerin vücuda gelmesine de sebep olmuşlardı” (Age. s. 222).
Rus harbine, Mithat Paşa ve diğer paşaların savaş arzuları sebebiyle ve ordumuz hazır olmadığı hâlde karar verilmiştir. Harp öncesine ait resmî vesikalar da bunu doğrulamaktadır. Mithat Paşa sadarete geldiği andan itibaren, bazı taraftarlarıyla birlikte, zaten galeyana gelmiş olan halkı, Rusya Devletiyle muharebeye teşvik etmekteydi. Millet Meclisi de Harp yanlısıydı. Saray önünde yapılan güdümlü gösterilerde halk, “Biz muharebe isteriz; illâ muharebe olmalıdır. Padişahım sen gençsin, korkma, bizim bir milyon askerimiz var” diyerek, padişahı savaşa teşvik etmiştir. Ancak tam bu sırada Anadolu Ordu Komutanlığına tayin edilen Ahmet Muhtar Paşa, cümle askerin otuz bin kişiden ibaret olduğunu bildirir! Fakat buna rağmen, İngilizlere güvenilerek Rusya ile anlaşma yoluna gidilmez ve Ruslar 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti’ne Harp ilân eder. Ordumuz 9 ay, iki cephede kahramanca çarpışır fakat Rusların Yeşilköy önlerine kadar gelmeleri üzerine, Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul etmek zorunda kalır (Nurer Uğurlu, “II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri”, s. 213).
Ayastefanos Antlaşmasının ağır şartlarını Berlin Kongresi’nde önemli ölçüde düzelttirmeyi başaran da Sultan Abdülhamid’dir.
Abdülhamid döneminde büyük toprak kaybı yaşanmış!
Sultan Abdülhamid’e yöneltilen en haksız suçlamalardan birisi de, onun döneminde en büyük toprak kaybının yaşandığı iddiasıdır. Hâlbuki, Mısır daha III. Selim zamanında kaybedilmişti; Mehmet Ali Paşa Mısır’ın hâkimiydi. Neredeyse İstanbul’u ele geçirip, Padişah olacaktı! II. Mahmud bunu, 1833’te Rusya ile yaptığı Hünkâr İskelesi Antlaşması ile önleyebilmiştir. Abdülaziz döneminde Mısır, padişahlıktan farksız olan, Hidivlik hâline getirilmiş ve 1882’de tamamen elimizden çıkmıştır. Tunus’ta da şeklen bir hâkimiyetimiz vardı. Fransızlar l880 tarihinde Tunus’u işgal ettiler. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Girit emperyalist devletlerin komploları ile şeklen bize bağlı bir duruma getirilmişti. 1910’da, Girit Meclis’i Yunanistan’la birleşme kararı almış; Türkiye, 1913’te bu kararı tanımak zorunda kalmıştı. Bulgaristan zaten Osmanlı’ya şeklen bağlı bir prenslik hâline gelmişti. Bosna-Hersek Avusturya’nın etki alanındaydı. Rusya ile anlaşabilecekken, Sultan Abdülhamid’e rağmen, 93 Harbi’ne girilmesi ve harbin kaybedilmesi, Berlin Kongresi’nde Bulgar, Sırp, Ulah ve Karadağ gibi devletlerin vücuda gelmesine yol açacaktır.
İttihat ve Terakki Döneminde Trablusgarp’ın, Ege Adalarının ve Balkanların kaybı ise çok vahim hataların sonunda gerçekleşmiştir ki, asıl üzerinde durulması gereken budur. Ayrıca; şunu da ifade etmeliyiz ki, eğer İttihatçılar İmparatorluğu I. Dünya Harbi’ne sürüklememiş olsalardı, bin yıllık kadim Türk Kentleri olan, Musul ve Halep’in kaybedilmeleri de aslâ mümkün olamazdı.
Abdülhamid tartışmaları sırasında, 12 Adanın ve diğer Ege adalarının Abdülhamid döneminde kaybedildiğini iddia edenler de oldu. Buna ancak ‘pes doğrusu’ denilir. Abdülhamid 1909 yılı Nisan ayında tahttan indirilmişti; adalar ise, 1911 Trablusgarp Harbi ve 1912 Balkan Harbi’nde kaybedildi ki, sorumlusu İttihatçılardır!
Şevket Süreyya Aydemir, “Enver Paşa” isimli değerli araştırmasında, “Abdülhamid her başı sıkıştıkça, ülkeden bir parçayı kurban eder” dedikten hemen sonra, “Gerçi bu toprakların er geç kopması mukadderdi” diyerek, kendisi ile çelişkiye düşmektedir. Şu tespitler Şevket Süreyya’nındır: “1856-1878 arasında, Tuna Romenleri ve nihayet 1878’de Bulgarlar fiilen imparatorluktan koparak, kendi devletlerini kuracaklardı. (..) Parçalanmayı birer suretle körükleyen ve her fırsatı ganimet bilen yabancı devletler, tezgâhlarını işletip duruyorlardı. Her ıslâhat isteğinin sonu, imparatorluktan bir parçanın gidişi şeklini alıyor ve arkasından yeni ıslâhat talepleri geliyordu. Karadağ da böyle gitmişti. Bosna-Hersek de böyle gitti. Girit de, Kıbrıs da! Daha doğrusu Tunus da, Mısır da vakit saat gelince imparatorluktan koptular” (“Enver Paşa” , Cilt I, s. 307)!
Görüldüğü gibi, Şevket Süreyya bile bu toprakların er geç elimizden çıkacağı tespitini yapmaktadır. O zaman, niçin, “En büyük toprakları onun döneminde kaybettik” denilerek, Abdülhamid’e saldırılır? Bize göre bunun sebebi, İttihatçıları aklama gayretidir. Tuhaftır ki, bu gayret günümüzde de sürmektedir!
Sultan Abdülhamid’e yöneltilen eleştirilerin çoğu yüzeyseldir; genel ezberler doğrultusundadır. Meselâ Murat Bardakçı da, “Enver Paşa” kitabında Abdülhamid’e şu ilginç eleştiriyi yöneltmiş: “Eski devirlere oranla çok daha fazla okul açılmış olmasına rağmen eğitim Avrupa seviyesine gelememiştir” (Murat Bardakçı, “Enver Paşa”, s. 71)!
İnsaf! Eğitim seviyesi bugün Avrupa seviyesine gelebildi mi?
1877-78 Rus Harbi’nin başlangıcında Abdülhamid’in, ordularının önüne düşüp, muharebeye gideceğini ilân etmesine rağmen, bu fikrini tatbik sahasına koyamayışının başlıca sebebi, arkasından çevrilecek manevralardan ve bilhassa, kardeşi V. Murat’ın Çırağan Sarayından kaçırılacağı korkusudur (Nurer Uğurlu, age. s. 87). Nitekim, Rusların Ayastefanos önlerine geldiği bir sırada, Sultan Murat’ın tamamıyla iyileştiği rivayetlerine inananlardan bir grubun başına geçen Ali Suavi, Sultan Murat’ı yeniden tahta çıkarmak amacıyla, 250 kadar Rumeli muhacirini toplayıp, Çırağan Sarayı kapısındaki nöbetçileri öldürüp, V. Murat’ın dairesine yürümüş fakat hepsi öldürülmüşlerdi! Sultan Abdülhamid bu korkuyu her zaman hissedecek ve ağabeyi Murat’ı daha sıkı bir göz hapsinde tutacaktır.
Meşrûtiyet niçin yürütülemedi?
23 Aralık l876’da, Kanûn-i Esasî (Anayasa) yürürlüğe girer ve seçimler yapılarak, 19 Mart 1877’de ilk Meclis çalışmalarına başlar. Toplam milletvekili sayısı 120’dir. Bunların 47’si Türk olmayan unsurlardandır. Arap, Rum, Ermeni, Bulgar, Arnavut vekillerle millî bir meclisten söz etmek mümkün değildir. 24 Nisan 1877’de başlayan ve 9 ay süren Osmanlı Rus Harbi’nden sonra, 13 Şubat l878’de, Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarına son verilir. Bunun önemli sebeplerinden biri, Meclis’teki ayrılıkçı azınlık milletvekillerinin yıkıcı ve bölücü siyasetleridir. Prof. Niyazi Berkes’in şu tespiti bu konuda oldukça ufuk açıcıdır: “Abdülhamid, parlamento yerine bir seri özel danışma komiteleriyle kendini çevreledi. Bu istişare komiteleri siyasî, dinî, askerî sorunlarda Padişaha danışmanlık yapıyorlardı. Bir bakıma Abdülhamid, Yeni Osmanlıların İslâm Anayasacılığı saydıkları “Meşveret Usulünü” onlardan daha tutarlı ve daha doğru yolda uyguluyordu” (“Türkiye’de Çağdaşlaşma”, s. 332, 334).

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678