Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

1. DÜNYA HARBİ’NE NİÇİN GİRDİK? (2)

Dünya Harbi’ne, Enver Paşa’nın bir oldubittisiyle girdiğimiz inancında olan Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” kitabında bu harbin dışında kalmamızın mümkün olduğunu, bunun çok da iyi sonuçlar doğuracağını belirttikten sonra, nedense ‘tarih kitaplarımızda yer bulamayan’ şu çok önemli değerlendirmeyi yapıyor: “Daha bir iki ay beklemiş olsaydık, iki taraf da bizi el üstünde tutacaktı. Düyûn-i Umûmiye’yi, demiryollarını idaremize soksak büyük gelir sağlayacaktık. (…) Harp sürdükçe büyük devletler zayıflayacakları için, kapitülâsyonlardan ve her türlü yabancı baskı ve kontrol şartlarından kurtulacaktık. Birinci Dünya Harbi’nde, iki milyon kurban verdikten sonra dahi, Kuvay-ı Milliye ile başa çıkamayan Batılı devletler, bütün ordusu ayakta duran İmparatorluğa karşı elbette herhangi bir harekette bulunamayacaklardı” (“Çankaya”, s. 18,120)!
Mustafa Kemal Harbe Girilmesine Karşıydı!
Harbe girdiğimizde, Mustafa Kemal, Yarbay rütbesiyle, Sofya’da Askerî Ataşe olarak bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin harbe niçin iştirak etmemesi gerektiği konusunda, Almanların 6-8 Eylül tarihlerinde, Marn Meydan muharebesini kaybetmesinden iki gün önce, 4 Eylül 1914 tarihinde, Tevfik Rüştü Aras’a yazdığı mektuptaki gözlemler, bir komutanın biyografisine şeref katacak önemli tespitlerdir. Yarbay Mustafa Kemal bu mektubunda, ‘Rusların geri çekilebileceğinden ve Napolyon’un başına gelenlerin bu sefer II. Wilhelm’in başına gelebileceğinden’ söz eder ve şöyle devam eder: “Sonra, Fransızların yardım istemesi ihtimali var. (…) Meselâ İngiltere, meselâ Birleşik Amerika! Evet, niçin olmasın? Bir kara devleti olan Almanya ve müttefiki nereden yardım bulabilir? Hiç! Haydi Bulgaristan’ı, hattâ Türkiye’yi de cephelerine çeksinler. Ne çıkar? Denizler elde olmayınca! Hem doğudan, hem batıdan çevrilmiş bir merkez devlet cephesi… İki cepheye karşılık harp! Hayır, bu işin sonu yoktur!” diyerek, Almanya’nın yanında harbe girilmesini bir delilik olarak telâkki ettiğini belirtir (Aydemir, “Tek Adam”, Cilt I, s. 217).
Yarbay Mustafa Kemal, savaşta bir görev almak için İstanbul’a geldiğinde, 19. Tümen Komutanlığına tayin edilir fakat henüz böyle bir tümen kurulmamıştır. Tümeni hakkında araştırma yaparken Ordu Komutanı Liman Von Sanders’e yönlendirilir. Sanders, Sofya Askerî Ataşesi olduğunu öğrenince, Mustafa Kemal’i nezaketle karşılar ve O’na “Bulgarlar hâlâ harbe girmeyecekler mi?” diye sorar. Mustafa Kemal, “Benim anladığıma göre, Bulgarlar iki ihtimalden biri anlaşılmadan önce harbe girmezler. Bir; Almanya’nın başarı kazanabileceğine inandırıcı deliller görmedikçe. İkincisi; harp kendi topraklarına temas etmedikçe” cevabını verir. Alman Mareşali öfkelenir ve “Bulgarların Alman başarısına güvenleri yok mu?” diye sorar. Mustafa Kemal “Hayır ekselans” der. Sanders daha da öfkelenir ve “Sizin fikriniz nedir?” deyince, Mustafa Kemal cevap vermek mi vermemek mi lâzım geldiğinde bir an irkildim. Fakat, havada bir kumandan durumunda bulunan ben ne duyguda olabilirdim. Bu işlerde kendi görüşümü çoktan gerekenlere yazmıştım. Aksine bir şey söyleyemezdim. Bir an vicdan yoklamasından sonra, ‘Bulgarları düşündüklerinde haklı görüyorum’ der. Bunun üzerine, Sanders hemen ayağa kalkar ve Mustafa Kemal’e gitmesi için izin verir (“Çankaya”, s. 84)!
Daha sonra Bulgarlar da, Almanların yanında harbe katılacaktır. Fakat, Bulgarları buna ikna etmek için Almanların baskısıyla, Meriç’in 25-30 kilometre kadar batısından geçen sınırımızdaki 4 bin kilometre kare kadar bir vatan toprağı harbe girmeleri için rüşvet olarak Bulgarlara terk edilecektir. (“Tek Adam”, Cilt I, s. 197, “Enver Paşa”, Cilt III, s. 417)!
‘Harbe girmek zorundaydık. İngiltere ve Fransa bizimle ittifaka yanaşmadığı için Almanya’ya mecbur olduk’ gibi değerlendirmeler gerçeklere aykırıdır. İngiltere bizim harbe girmemize karşıydı. Çünkü, çoğunluğu Müslüman olan kendi sömürgelerinin ayaklanmasından korkuyordu. Yrd. Doç. Orhan Çekiç’in verdiği şu bilgi de, İtilâf Devletlerinin, Osmanlı’nın tarafsız kalmasından yana olduğunu gösteriyor: “Çanakkale’de bir cephe açılması ve oradan gereken yardımın yapılması fikri Rusya’dan gelmişti. Ama aslında bu plân daha önce de düşünülmüştü. Balkan Harbi sonunda Ege Adalarını ele geçiren Yunanistan, kendini garantiye almak ve Türkiye’yi Ege’den uzak tutmak için Ağustos 1914’te İngiltere’ye, Çanakkale’de bir cephe açmalarını, o takdirde Yunanistan’ın bütün kuvvetlerini İngiltere’nin emrine vereceğini teklif etmişti. Ama o tarihte Osmanlı Devleti henüz tarafsız! İngiltere bu öneriyi, Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girebileceği endişesiyle reddetmişti (Aydınlık, 18.3.12015)!
Osmanlı Devleti’nin bu harpte tarafsız kalabileceğinin çok önemli bir belgesi de, Enver Paşa’nın, ‘nedense hiç dile getirilmeyen’ 21.12.1917 tarihinde, Alman Karargâhında Padişahın temsilcisi olarak görevli bulunan Zeki Paşa’ya yazdığı mektuptaki bir ifadedir. Enver Paşa, bu mektubun bir bölümünde, Zeki Paşa’dan, I. Dünya Harbi’ne girişimizi ve büyük fedakârlıklarımızı millet nezdinde haklı göstermek için Almanların bize, en azından Kafkasya’da, 1878 Berlin Konferansı’nda kaybettiğimiz toprakların (Batum, Artvin, Kars ve Ardahan) bir mükâfat olarak iadesinde yardımcı olmasını ister ve “Kapitülâsyonların kaldırılması işi bize, karşımızdaki İtilâf Devletleri tarafından, tarafsızlığımıza karşılık teklif edildiğinden, tabiî yalnızca fedakârlığımızı karşılayamaz” değerlendirmesini yapar (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 392)!
Görüldüğü gibi, İtilâf Devletleri Osmanlı’nın tarafsız kalmasını arzu etmekteydi. Bu bakımdan, ‘Harbe girmemiz kaçınılmazdı’ şeklindeki değerlendirmeler tarihî gerçeklere aykırıdır. Kaldı ki, ülkenin içinde bulunduğu şartlar, bizi harbin dışında kalmaya zorluyordu. Balkan Harbi’nde ordumuz büyük kayıplar vermişti. Ekonomik durumumuz perişandı. İğneden ipliğe hemen her şey ithal ediliyordu. Memur maaşları bile muntazaman ödenemiyordu. Balkan Harbi’nin yaraları sarılamamıştı. Hâlâ şehitlerin yası tutuluyordu. Balkan bozgunu ve felâketi sebebiyle, her şeylerini bırakarak. canlarını zorla kurtarıp. Anadolu’ya sığınan yüz binlerce göçmen. sefalet içindeydi. Yaraların sarılması ve ekonominin düzeltilmesi için ülkenin barışa ihtiyacı vardı ve Falih Rıfkı’nın da belirttiği gibi, Avrupa devletlerinin boğazlaşmasından istifade ederek, Millî Ekonominin güçlendirilmesi için mutlaka harbin dışında kalınmalıydı. Ancak ne var ki, başta Enver Paşa olmak üzere, Alman eğitimi ile yetişen, Almanya’nın bu harpten galip çıkacağına inanan genç subayların ihtirasları bizi, I. Dünya Harbi felâketine sürükledi.
Bugün yaşadığımız bu kutsal vatan topraklarını da Mustafa Kemal Paşa’nın dehası sayesinde elde tutmayı başarabildik.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678